Advert

Hep Sıkıntıdan / Özcan Kalbinur -Truva Edebiyat Dergisi Geleneksel 6. Öykü Yarışma İkincisi

Yazan: Özcan Kalbinur -HEP SIKINTIDAN / Truva Edebiyat Dergisi Geleneksel 6. Öykü Yarışma İkincisi

ÖYKÜ YARIŞMASI - 06-07-2023 23:16 2652 kez okundu.

Hep Sıkıntıdan / Özcan Kalbinur -Truva Edebiyat Dergisi Geleneksel 6. Öykü Yarışma İkincisi
Advert

HEP SIKINTIDAN

Beyaz kâğıda siyah keçeli kalemle büyükçe bir K harfi çizdi. Kalem ve kağıtla tek ilişkisi, müşteri olmadığı zamanlarda oturup gazetedeki bulmacaları çözmekle sınırlıydı berber Fahri’nin. Haliyle K de K’ye benzemedi. Bir kolu kısa bir kolu uzun oldu önce. Kısayı uzattı diğeri kısa kaldı, onu uzattı öbürü kısa kaldı… Sonunda kocaman ama “çirkin” bir K çıktı ortaya.

Yirmi gündür tek müşteri adımını atmamıştı içeri. Uzun yıllardır saçlarını, sakallarını kestiği; bildiği, tanıdığı, birçoğu akrabası, komşusu, esnaf arkadaşı olan müşterilerinin ayakları bıçak gibi kesilmişti dükkândan. Üstelik hem bayram gelip, geçmiş hem de mahallede bir düğün yaşanmıştı bu süre içinde.
K’nin yanına İ çizdi. K küçük kaldı, üstünden altından uzattı. Birbirlerine benzetti.

Noktasını da koydu üzerine İ’nin. Oldu Kİ.
Hacı Recep, ellerini arkasından bağlamış, kambur sırtında siyah paltosu, camiye yetişmek için hızlı hızlı geçiyordu camın önünden. Belli ki sakallarını düzelttirmiş, ense tıraşı olmuştu. Başını bile çevirmiyordu Fahri’den yana. Selamı sabahı kesmişti o da. O ki “kuşa, böceğe selam veren” bir kuldu.
R, istediği gibi oldu. Beğendi. Biraz karnı büyük gibiydi ama iyiydi iyi… KİR.

Otuz beş senedir sabah açmış dükkânın kepengini, akşam kapamıştı. Otuz beş senedir her akşam dar caddenin dar kaldırımında yürümüş, soldaki ilk sokağa dönmüş, yıkılıp yerlerine yenileri yapılan binaların arasındaki, “ilk günkü hâliyle dikili kalmış” iki katlı evine gitmişti. 

Annesi vardı yanlarında, onu da kaybetti yıllar önce. Üç kızı oldu. İkişer yıl arayla doğdular, sırayla okula başladılar, sırayla evlenip kuş gibi uçup gittiler yuvadan. Karısı her gün bir şeylerden sızlandı otuz beş senedir. Temizlik hastası oldu çıktı. Elinden bez düşmedi; toz bezi, yer bezi, cam bezi...

Çamaşır deterjanlarını, bulaşık deterjanlarını, sıvısı, tozu, tableti ile bir daha bulamayacak gibi yığdı eve. Yıkayacak şey bulamadığında dolaplardan çıkarıp çıkarıp temiz giysileri, örtüleri, çarşafları yeniden yıkadı. Halıları, duvarları, balkonları, merdivenleri sildi, yıkadı… Günler yetmedi yıkadıklarını bitirmeye. Fahri’ye de çok çektirdi; her akşam kapıda üstündekileri çıkartıp banyoya soktu, koltuklar nemli diye sandalyede oturttu, terliksiz yere bastırmadı. Güldüler, üzüldüler, darıldılar, tartıştılar, küstüler, barıştılar...

Eşyaları yenilediler, çatıyı onarttılar, kırılanı, bozulanı, döküleni tamir ettirdiler. Otuz beş senedir borçları bitmedi. Fahri otuz beş seneyi böyle böyle tüketti. 
A kolay oldu. Biraz üzerinden geçtikçe diğerlerinden daha kalınca gibi durdu ama olurdu o kadar. KİRA

Önceleri ahşap kasalı lambalı radyosu vardı, sonra portatif el radyosu, peşinden siyah beyaz tüplü otuz yedi ekran televizyonu oldu. En sonunda yine küçük fakat bu kez renkli bir televizyon edindi. Orada bitti değişim, o ekrandan izledi haberleri yirmi yıldır aynı dükkânda, türküleri ondan dinledi. 
Türküleri severdi; her yöreden ezgileri, kırık havaları, uzun havaları, bilhassa kahramanlık türkülerini. Sevdiği şeylerden biri de gazetedeki yaralama, cinayet, kaza, gasp haberlerini okumaktı.

Bunlara son yıllarda daha çok kadınları “mıh” gibi ekran karşısına diken; içinde cinayetlerin, kavgaların, aile içinde yaşanan akla gelmeyecek rezilliklerin, evlerinden kaçanların, evlilik vaadiyle dolandırılanların, uyuşturucu ve fuhuş batağına sürüklenenlerin, kayıp insanların konuşulduğu; dargınların barıştırıldığı, harareti hep yüksek televizyon programlarını izlemek eklendi. İzledikçe o hayatlara olan ilgisi arttı, ertesi gün neler olacağını merakla bekledi, duyduklarına fikirler yürüttü, tahminler yaptı, şaşırdı, üzüldü… 
Uzun bir dik, bittiği yerden yana doğru kısa bir çizgi ile L de tamam. Biraz eğik oldu ama oldu işte… KİRAL

Müşterileri daha çok işleriyle ilgili konuşurdu; memurlar amirlerinden yakınırlar, işçiler işverenden sızlanırlar, şoförler trafikteki acemi sürücülerden şikâyet ederler, emekliler geçim derdinden bahsederlerdi. Gündem değişir ama konu hep aynı yere bağlanır memleket meseleleri tartışılırdı.

Herkesin bir fikri vardı, imkânları olsa iki ayda tüm sıkıntıları çözeceklerdi, “uçup gidecekti” memleket. 
Memleket meselelerinin yanında futbol, askerlik günleri, kazılıp kapatılmayan sokaklar, yaz ise sıcaklar, kış ise soğuklar konuşulur; beklenen kar yağışından, kışın sert geçeceğinden, yakacak fiyatlarından bahsedilirdi.
Sohbeti farklı olanlar da vardı.

Hacı Recep mutlaka araya dini hikâyeler eklediği konuşmasını “beşer şaşar bunlar hep ibret bize” diye bitirirdi. Eski pehlivanlardan Koca Nuri tek parmağıyla nicelerini devirdiğini, oğlu yaşındaki gençlerin sırtlarını nasıl yere getirdiğini anlatırdı. On beş yaşlarından beri tanıdığı Mustafa da evinin çatısında beslediği güvercinleri konuşup dururdu kırk beş yıldır...

Fahri, yapılan bu sohbetler nedeniyle İslâm âlimlerini akrabaları kadar yakından tanır; güreşte oyunları ezbere bilir, hatta becerebilse el ense çekebilir, künde atabilir, payanda yapabilir; tahtalı güvercinleri, takla atanları, beyazı, siyahı, dumanlı mavisiyle, tepelisi, paçalısıyla hünerli güvercinleri çok iyi bilirdi.

Sıklıkla değildir ama her müşterinin ya ağzından kaçırdığı ya o an içini dökmek istediği için anlattığı “mahrem” bilgileri de işitmiştir Fahri. Bir kulağından girenleri ötekine gelmeden unutmuştur. Oğlu kumar illetine düşen babayı, okulu bıraktığı halde ailesine söylemeyen delikanlıyı, güçten düşüp şifa arayan eskinin hızlı hovardasını, kavga ettiği amcaoğlunun tüm kirli çamaşırlarını ortaya dökeni dinleyip, sadece; “öyle mi?”, “geçer”, “düzelir”, “sıkma canını”, “Allah büyük”, “dünya hâli” gibi kısa kısa cevaplar vererek müşteriye olan hürmetinden muhabbeti sürdürmüştür.
Yukarıdan aşağı bir sırık I. En süssüzü, gösterişsizi harflerin. KİRALI

Adını vermek istemeyip telefonla yayına bağlanan bahtsız adamın iç burkan hikâyesini, “adını veremeyeceği müşterisinin başından geçmiş” gibi Mustafa’ya anlatarak bir oyuna başlamıştı Fahri yakın zaman önce. Öyle keyif alıyordu ki, sıkıcı günlerinin en eğlenceli parçası olmuştu bu oyun. Okuduğu ve izlediği ilgi uyandırıcı ve bir o kadar şaşırtıcı hayat kesitlerini kendi hayalinden ekledikleriyle daha da meraklandırıcı şekle sokuyor, bazen birkaç tanesini birbirine karıştırıp bambaşka hikâye yaratıyordu.

Bundan ne kadar hoşlandığını fark ettiğinden beri müşteriler henüz koltuğa otururken başlıyordu anlatmaya. 

Akıl edemediği şey, “başkalarına da benim hakkımda zamanında ağzımdan çıkan gizli saklı şeyleri söyler mi?” diye düşünenlerin tedirginlikle “dükkâna uğramaz” olacaklarıydı. Bu sakin, efendi, ağırbaşlı adamın nasıl çenesi düşük birine dönüştüğüne hayret ediyordu müşterileri. Oysa hep sıkıntıdandı bu oyun. Çok sıkılıyordu Fahri. Hep sıkılıyordu. Otuz beş senedir sıkılıyordu. Hep hep sıkıntıdandı işte. Hep sıkıntıdan… 

Baştakine benzemeyen ama yine “çirkin” bir K ile bitti yazı. KİRALIK. Kâğıdı cama yapıştırdı Fahri, dükkânı kilitledi. Yürüdü. Canı sıkılıyordu…

Editör: Hamit Gözümoğlu 

Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Rüya Gibi / Ümmügülsüm Hasyıldırım

Rüya Gibi / Ümmügülsüm Hasyıldırım

24-04-2024 - ÖYKÜ YARIŞMASI

Truva Edebiyat Dergisi 2024 Öykü Yarışması Ödül Gecesi Yapıldı

Truva Edebiyat Dergisi 2024 Öykü Yarışması Ödül Gecesi Yapıldı

24-04-2024 - ÖYKÜ YARIŞMASI