Advert

Frambuazlı Kelime / Melike Pehlivan İşler - Truva Edebiyat Dergisi 6. Öykü Yarışması Mansiyon Ödülü

Yazan: Melike Pehlivan İşler -FRAMBUAZLI KELİME / TRUVA EDEBİYAT DERGİSİ GELENEKSEL 6. ÖYKÜ YARIŞMASI MANSİYON ÖDÜLÜ

ÖYKÜ YARIŞMASI - 10-07-2023 22:15 1319 kez okundu.

Frambuazlı Kelime / Melike Pehlivan İşler - Truva Edebiyat Dergisi 6. Öykü Yarışması Mansiyon Ödülü
Advert

FRAMBUAZLI KELİME / TRUVA EDEBİYAT DERGİSİ GELENEKSEL 6. ÖYKÜ YARIŞMASI MANSİYON ÖDÜLÜ

Gözlerimi ayırmadan anahtarlığıma baktım. Anahtarlığım! “Benimdir.” diye varsayıyorum. Ne kadar fazla anahtara sahibim. Anlaşılan “kırk tarakta bezim var.” Çok mu meşgulüm ki? Baksana “ev de ev hani, yok yok.” Eşyalarımın sayısı az ama hepsi “nezih.” Allah var; tertemiz dört bir yan, ışıklandırma pek güzel, gri-beyaz… Benim evim mi ki burası? Sanmam, bir avuç anahtar taşımaz buranın sahibi…

Adımı hatırlamıyorum, yaşım kaç? Burası neresi? Ne yapıyorum burada? Hiçbir şey bilmiyorum kendimle alâkalı. Hissediyorum, burası benim evim değil… Sadece hafızamı kaybetmişim anlaşılan, duygular peşimi bırakmamış. İyi bari onlarla idare ederim. Zira sağlam hislerim var gibi. Kimliğini bilmeyen için duyguların önemi olur mu ki? Vallahi de bilmiyorum, billahi de... Neresi burası, kimin evi?  Bu düzen benimse neden acayip bir şekilde rahatsız oldum? Ne yapacağım şimdi? Sual soracağım bir Allah’ın kulu da yok ki!..

Tamam sakin olayım. Bu anahtarlıktan başka bir şey vardır illâki. Açılıyor mu ne burası? Boş… Bu çekmece açılıyordur. Bu da boş, hiçbir şey yok. Bomboş mu bu ev? Neresi burası? Neden bu denli ıssız, kimsesiz? Bu beyaz kapı, oh buz gibi! Pek de parlak içi. Bir tane pasta, pasta değil mi bu? Evet hatırlıyorum. “Frambuazlı…” Tadını hatırlamıyorum ama sevdim. Aç olmayı unutmuyormuş insan, oh mis! Koca ev, anahtarlık ve pasta… Vallahi yok başka bir şey…

Yorgunum, uyusam… Geri gelir miyim acaba? Ya uyanmazsam, nereye giderim? Gider miyim? Aman ne bileyim bu ne biçim tasa be? İnsanın “kendini bilmesi” ne kadar büyük mutlulukmuş ne bu şimdi? Uyanamazsam, ee ne yapacağım böyle?  Hiçbir şey düşünmeden sakince oturma sonra da uyuma istediği var bende. Bu hisle ne kadar açık tutarım ki gözlerimi, bak iniyor gözümün önüne “perde” gibi bir şey. Bir de ağzımı açıp kapıyorum durmadan. İçim çekildi hafiften. Bunu bildim “üşüme” bu. Oh ne güzel kalın, sıcacık oldum örtünce, bak yine kapandı gözlerim, açılır mı tekrar? Vallahi artık yapacak bir şey yok, çok fena üzerime geldi bu hal. Açamazsam da dert değil, ne var ki endişe edecek? Buraya gelmesem ne olacak? Zaten bildiğim bir yer değil. Ya kaybolursam? Zaten kayıp gibiyim. Bir anahtarlık ve bir pasta… Adım yok, gerek de yok aslında, yanımda o adı kullanacak kim var ki? Hakikaten kapatayım o vakit gözlerimi, ne olursa olsun, az dinleneyim, bak ne güzel… Ne ki bu üzerimdekinin adı? Vallahi bilmiyorum… 
Açıldı mı gözlerim? Sanki açıldı ama bu ne böyle? Görmüyorum ben ortalığı. Kapamadan önce her şey netti. Tahmin etmiştim, bir kere kapayınca bir kez daha göremeyebilirdim ortalığı. Şimdi ne anahtarlık ne de o koca soğuk kapıdaki pasta yok ortalıkta. Ah acıdı be gözlerim. Açıkça yokladım parmaklarımla ama uyumadan önceki gibi göstermiyor bana ortalığı. Geçici mi acaba? Ne yapabilirim ki? Bu sıkıntı da ne? His de değil bu? Hatırlamıyorum, lanet olsun memelerimin altındaki, bacaklarımın hemen üzerindeki bu sıkışıklık ne? Bu kadarını da unutmasaydım be Allah’ım. Hem ben her şeyi unuttum da “seni” neden hatırlıyorum? Neden “seninle” konuşup duruyorum? Sen de sana olan güvenime hürmet edip de iki satır cevap vermiyorsun. Vallahi aşk olsun. Aşk ne mi?.. Bu dünyanın “sistemlerinden” en güzeli, bak bir de onu hatırlıyorum. Ses mi bu? Nereden geliyor? Bak korktum; evet, bunu çok iyi hatırlıyorum, “korktum!” 
“Zafer Bey açsanız kapıyı, çöpü almaya geldim.”
“Kapıyı mı, nasıl açılıyor bu?”
“Efendim, af buyurun?”
“Kapı” diyorum, “Nasıl açılıyor?”
“İyi misiniz siz?”
“Hatırlamıyorum!..”
“Selamun Kavlen Min Rabbin Rahim!”
“Ne dedin?”
“Orada bir kol vardır, kapıda yani.”
“Evet var.”
“Aşağı doğru çekiniz.” 
“Kolu mu?”
“Tabii, tabii.”
“Hah tamam öğrenmiş oldum.”
“Kimsiniz siz?”
“Ben Nazım Efendi; kapıcınız, Zafer Bey.”
“Ben miyim Zafer?”
“Zafer Bey, ben ablanızı çağırayım, siz ilaçlarınızı mı almadınız? ‘Çöpünüz var mı?’ diye geldim ben, ama!..”
“Orası neden görünüyor?”
“Nasıl?” 
“Senin olduğun yer görünüyor, benim olduğumsa…” 
“Işığı mı açmayı unuttunuz; dur, müsaade var mı, hah şimdi nasıl?”
“Ne güzel oldu! Ne dedin bunun adına?”
“Işık; aslı elektrik, Edison, bilim neyse uzun hikâye Zafer Bey… Sen yine kaybolmuşsun anlaşılan. Dur sen orada hele bir…”
“Merhaba Temmuz Hanım, evet evet geldim dediğiniz gibi yoklamaya. Yok; gitmiş, hatırlamıyor. Işığı bile yakmamış. Gireyim mi içeri? Tamam, siz ne derseniz. Bir saniye Zafer Abi ben bir içeri gireyim.

Sana bir şeyler hazırlayayım, acıkmışsındır. Ne yapıyorsun abicim! Tuvalete gitmen gerek, olmadı böyle! Küçük abdestini koyuverdi affedersiniz Temmuz Hanım. Estağfurullah, hallederim tamam. Yok efendim kaç senelik tanışız sizden para isteyen yok da… Buzdolabında mı? Bir saniye bakayım, evet var, pembe bir pasta, az yemiş galiba Zafer Bey. Anladım ben bir şeyler yemesini sağlayayım, tamam bekliyorum o vakit.”
“Kız Ayşen paspası al da gel de Zafer beylere, bolca da çamaşır suyu dök suya, adamcağız gitmiş yine, orta yere koyuverdi... Hadi kapı açık, gel hele de… Bana bak gelirken mercimek çorbasından, makarnadan birer tabak koy da tepsiye, açtır bu gariban şimdi.

Dolapta pastası da var. Tamam hadi çabuk ol. Sallanma, bilirim seni, dişlerini filan fırçalamadan gel.”
“Zafer Abi sen üzerindekileri çıkarsan da ben makineye atsam, Ayşen çalıştırsın gelince. Temiz kıyafetler alam de gelem, sen dur orada. Şu banyoda bir su tutam da sana. Hah şöyle otur şu tabureye, bir sabunlayayım seni. Hatırlamıyon mu hiçbir şey yine? Nasıl beceriyon, bir bilsem. Dur geçir ayağını hadi, hah tamam. Gel şimdi yemek yiyecez iki sokum, dolaptaki pastayı yediğin gibi… Az bekle Ayşen’in eli kulağında. Hah bak kapı bu çalan, zil… Çalıyor ki içerdeki kapıyı açsın.”
“Yok bunun bir ‘hal çaresi’ galiba, her sene yapıyor adam. İnan olsun bir bilen, duyan olsa bunun elindeki paraları filan alır. Abileri bilmiyor Allah’tan. Seni görmesin, utanır koca adam. Temmuz Hanım hakikatli kardeş. Aradım, geliyor. Sağ ol Ayşen. Ben hallerdim gerisini.”
“Zafer Abi’m be, rahmetlinin doğum gününü unutacan diye, nasıl ediyon bilmem, birkaç gün her şeyi unutuyon. Vallahi seninki mucize. Oğlanı unutmak için Zafer’i kaybediyon ortalıktan. Temmuz Hanım hastaneye yatıracak seni en sonunda bilesin, kendine gelince hatırlıyon mu bilmem? Ama her sene tekrar o gün “böyle” olduğuna göre anlıyorum ki bir şeyi unuttuğun yok. ‘Unutmak da bir nevi hatırlamaktır.’ dedi herifin biri geçen izlediğim filmde… Ayşen zorla seyrettiriyor bana, sevdiğimden değil. Seninki de o hesap be abim… Bak bak çekmeceler bile boş. Hazırlık yapıyon yemin olsun, unutmak için. Suçlama kendini, oğluyla kavga etmeyen baba mı var?  Ne malum sana kızıp attığı kendini? Bırak artık eziyeti. Hafızanı siliyon ki oğlan da yok olsun. Doğduğu gün bile kaybolsun, hatırlanmasın. Hiç dünyaya gelmemiş gibi yok olsun.” 
“Otur sen abim. Bak Temmuz Ablam da geldi. Kapı bu çalan bak!”
“Nasıl? Geldi mi geri?”
“Yok.”
“Bu sene çok erken başlamadı mı? Her sene biraz biraz öne çekiyor ve süreyi de uzatıyor. Kendine gelince mi götürsem servise? Ne dersin?”
“Ben ne bilem be ablam? Bence aklı yokken götür. Geri gelirse geçmiş olsun, unut yatırmayı.”
“Doğru; şu anahtarlığı kaldır ortalıktan, yine çıkarmış.”
“Abla sahi, ‘Bırak anahtarları git evimden!’ dedikten sonra mı rahmetli…”
“Evet, attı kendini. Doğum gününde… Pastası dolapta kaldı. Frambuazlı…”

Editör: Hamit Gözümoğlu 

Advert
Neler Söylendi?

Ebru Gazioğulları

Tebrik ediyorum. Çok akıcı bir anlatım. Diyaloglar çok gerçekçi. 10 ay önce
DİĞER HABERLER
Rüya Gibi / Ümmügülsüm Hasyıldırım

Rüya Gibi / Ümmügülsüm Hasyıldırım

24-04-2024 - ÖYKÜ YARIŞMASI

Truva Edebiyat Dergisi 2024 Öykü Yarışması Ödül Gecesi Yapıldı

Truva Edebiyat Dergisi 2024 Öykü Yarışması Ödül Gecesi Yapıldı

24-04-2024 - ÖYKÜ YARIŞMASI