Advert
https://www.truvaedebiyatdergisi.com/files/uploads/user/cab1ffc482e0c90b26dfa69cd7f0fde7-722985c1866ae6b87b70.jpeg
Turan Demirci
Advert

Ekip İşi

02-04-2022 22:19 52566 kez okundu.

Doksanlı yılların başıydı gelen bir telefon iş olduğunu söyleyince iyi dedim bari hayata yeniden asılmak lazım. O zamanlar toplu konutların yapılma dönemleri ve her yerde çok katlı binaların yükseldiği zamanlar, bir ucundan da biz tuttuk. On iki katlı ve her katında dört daire olan dört bloğun olduğu şantiye alanında çalışmaya başladık.

Oldum olası insan davranışlarına meraklıyım. İşin sahibi olan şahıs İstanbul Teknik Üniversite mezunu bir mühendis. Coğrafya öğretmenliğini sonradan bırakmış ağabeyi de kendisine yardım ediyor. Aslında ikisi de şantiyede çalışanlardan fiziki anlamda ayırt edilemeyecek insanlar, sadece yaşlarından dolayı bir farklılıkları var fakat onu da gerek yemek molalarında gerek çalışma alanlarında çalışanlarla kurdukları sıcak sohbetler ile hiç hissettirmiyorlar.

Yemek molaları dediysem öyle ekstrem bir şey yok bahsettiğim şahıs yemeği her öğlen mutfağa çevirilmiş bir dairede kendi elleriyle yapıyor ve işçilerle beraber oturup yiyor. Hatta millet tencereden yerken o da tencerenin kapağına koyarak karnını doyuruyor. Bana egosunu sıfır seviyeye indirmiş insan kimdir diye sorsanız ben hiç tereddütsüz o şahsı gösteririm.

İş yaptığımız yer İstanbul'un ünlü tepelerinden biri ve kış günleri aşırı soğuk oluyor o yüzden de yüksek katlarda çalışırken henüz pencere camları takılmadığından kabanlarımızın içine çimento torbasından aldığımız kağıtları koyuyoruz. Tam da bir kar mevsimine denk geldik, tenceredeki yemek bitince önce ufak bir köpeğimiz var onun önüne koyuyoruz. Köpek tencereyi yaladıktan sonra da içine kar dolduruyor sobanın üzerine koyuyoruz. 

Abimiz “ hiç canınızı sıkmayın mikroplar kaynar suda ölür o yüzden tencereden mikrop geçme ihtimali yok”diyor.

Sabahları ağabeyiyle diğer işçilerle beraber belediye otobüsüyle geliyorlar akşamları yine otobüsle gidiyorlar. Abinin kendine ait hilafsız elli tane dairesi var çünkü yıllardır inşaat işi yapıyor. Fakat belediye otobüsüyle seyahat etmekten hiç vazgeçmiyor. Yanında çalıştırdığı herkese de bir daire veriyor. İlerleyen zamanlarda “kimlik fotokopini getir sana da bir daire vereyim, nasıl olsa beraber çalışıyoruz, ufak ufak ödersin” dediyse de “abi ben ne yapacağım daireyi çok şükür kafamızı sokacak bir ev var” demiştim.

Dedesi Cumhuriyetin kuruluş aşamasındaki ilk mecliste Tuna milletvekili. Anlatırken “benim dedem mecliste ilk yumruk atan adam” diye anlatırdı. Nüfuslu ve zengin bir aileden geliyor. 

Asıl işleri mandıracılık yurt dışına gemilerle peynir ihracatı yaparlarmış. Ağabeyinin sünnet düğününde bütün mahallenin çocuklarını da beraber sünnet ettiriyorlar. Sonraki zamanda peynirlerini taşıyan gemi okyanusta batınca iflas ediyorlar o yüzden de kendi sünnetinde ailesi sadece bir horoz kesebilmişler. Ailede genel olarak bir çalışma şevki var ve bunu destekleyen de bir tasarruf anlayışı. O yüzden de hiçbir ödemelerini aksatmayacak şekilde eli açık ama tek kuruşlarını israf etmeyecek kadar da tutumlular. 

İnşaat bölgesinde elektrik olmadığı için mazotlu jenaratör kullanılıyor. Mazot almak için yeğenini gönderdiğinde yeğen iki saat sonra geri dönüyor. Çünkü mazot alacağı yer ile inşaatın arası yaklaşık üç kilometre ve yeğen bu yolu elindeki bidonla yürüyerek gidip dönüyor. Abiye, “Niye böyle yapıyor?" diye soruyorum, “Sülalenin en cimrisi odur” diyor.

Yemek sohbetlerinde bir süre sonra karşılıklı diyaloglarımız başladı. Zaman ilerledikçe ve söylemler bir birini dengelemeye başladıkça artık diğer arkadaşlar sadece dinleyici konumuna geçtiler. Benim yaşım itibariyle verdiğim cevaplar onun dikkatini onun kişisel davranış ve olayları yorumlayış biçimi de benim dikkatimi çekmeye başlayınca bir birimizi didiklemeye başladık. 

Tarihten felsefeye siyasetten sanata giden sohbetler yapıyoruz. Tabi biz sohbeti uzatınca istirahat saatinin dışına taşmaya başlıyoruz. Bu sefer yaklaşık yirmi beş otuz kişilik ekibin işe başlama saati aksıyor.

Bu sefer ağabey başlıyor, “Kalkın evlatlarım, çalışalım para kazanalım” ben sohbeti uzatıyorum, millet kalkmıyor, abi, “Kalkın çocuklarım çalışmalıyız” ben lafı uzatıyorum abi yavaş yavaş kontrolü kaybediyor, “Kalkın ulan!" nidasıyla beraber herkes gülerek mesai yerlerine dağılıyor.

O çalıştığımız süreçte kullandığı bir sözü kendi hayatımda da sosyal hayatta da müşahade ettim ve kazanmak konulu sohbetlerde de insanlara anlattım “para kazanmak bir ekip işidir”. Bu sadece para kazanmak için de geçerli değildir. Bütün başarıların altında ekip çalışması yatar. Çünkü insan aklının, iradesinin, şevkinin sınırları var ve bu sınırlar ancak birden fazla aklın, iradenin bir araya gelerek oluşturduğu motivasyonla aşılıyor. 

En küçük oluşumlarda dahi güven tazeleyici sözler, ruhu okşayan cümleler, yarım kalan sözleri tamamlayan akıl oyunları tıkanmaların aşılmasını sağlar. 

Başarı süreklilikte elde edilebilen bir durumdur ve bu sürekliliği sağlamak bazen kişisel kabiliyetin üstüne çıkar. Birden fazla kabiliyet bir araya gelse dahi zihinde aşılamayan sınırlar oluştuğunda dıştan bir desteğe ihtiyaç duyarsınız. Kimi zaman bu sizin hırsınızı artıracak bir köstek de olabilir. 

Sizi tam olarak neyin motive edeceğini bilemezsiniz. Ekibinizden sevginizi artıracak şeyler de hırsınızı artıracak şeyler de gelebilir. Zaten insan davranışlarının gizemli yanlarından birisi de budur. Duygularınız tetiklendiğinde sizi başarıya götürür ama o tetiklemeyi her zaman siz yapamazsınız.

Doğru gözlem, anlama çabası, kazanma gayreti ekibin direncini ayakta tutar. Kişisel başarılar ekip çalışmasına dönüştürülmediği sürece kişiyi yıpratmaktan başka bir işe yaramaz çünkü her şeye yetişemezsiniz. 

Sadece sizin kabiliyetiniz karşılaşacağınız her olumsuzluğu ve olumluluğu karşılamaz. Zira kazanmak söz konusu olduğunda herkes bir hırs küpüdür ve her çarpışma yara bırakır. İşte ruhsal ve bedensel yaralarınızın sarılması da yine bir ekip işidir.

Hayatınızda “yahu ben niye buradayım ki, ben bunu niye yapıyorum ki” dediğiniz zamanlar olabilir. Bu da genelde yeni başlangıçlarda olur. Güvensizlik, henüz kazanamamış olmak, kendinizi koruma çabası veya kimilerinin kendini çok ileri çıkarma gayreti kendinizi geriye çekmenize neden olabilir. Fakat şuna inanın ekip ruhundan kopan herkes elenir. 

Hayatın gözleri vardır ve çıkarcılık kabul gören bir davranış şekli değildir. Suyla uyumlu akan kum taneleri bir yere taşınır ve birikinti oluşturur suya karşı çıkıntı yapanlar ise hep aşınır. Ya su size kendi şeklini vererek bütün köşelerinizi törpüler ya da çevrenizden dolaşır ve siz tek başınıza kalırsınız. İşte o su hayatın ta kendisidir.

Hayat bir ekip çalışmasıdır. Bir davaya omuz vermekten yılmadan "bu bana ne sağlar ki“ demeden, kısa ve anlık düşünmeden kendinizi ekibinize adamayı başarabilirseniz bu sizi başarıya götürür.

İhanet mi?
Belki de sizi daha çok motive eder…

Neler Söylendi?