Advert
https://www.truvaedebiyatdergisi.com/files/uploads/user/98bd65207ee83bfd17ebb0db971eddf9-b5fc660d4c595e9422fd.jpg
Hilmi Yavuz
Advert

Felsefe ve Şiir İlişkisi Üzerine Notlar

06-04-2022 23:32 33698 kez okundu.

Felsefeye ilişkin söylem rejiminin Batı’da da, özellikle 20.yüzyılda, radikal dönüşümlere tanıklık ettiğini biliyoruz. Richard Rorty, ‘Essays on Heidegger and Others’da ,’Felsefe  nasıl bir etkinlik olarak kavranmalı?’ sorusuna,  20.yüzyılda üç ayrı cevap verildiğini belirtiyor: Felsefenin, Husserl’in ‘Bilimsel’, Heidegger’in ‘Şiirsel’ ve Dewey’in ‘Siyasal’ bir etkinlik olarak kavranması gerektiği konusundaki cevapları... Husserl, Felsefenin Bilim’i model alarak inşa edilmesini; Heidegger ‘Şiir’in model alınarak inşa edilmesini önermişlerdir. Ama Felsefenin, Dewey’in önerdiği gibi ‘Siyasal’ bir model üzerine inşa edilmesinden neyin kastedildiği o kadar açık değildir ve Felsefenin ‘siyasal’ bir etkinlik olarak kurulmasından söz edildiğinde akla, kaçınılmaz olarak, şu soru geliyor: Niçin, örneğin Marx değil de Dewey, ya da Marksizm değil de Pragmatizm? Öyle ya, Felsefenin ‘Dünya’yı yorumlama’ya değil de, ‘Dünya’yı değiştirme’ye yönelik bir praksis olarak tanımlandığı metinler, Marx’ın metinleridir;- Dewey’in değil!.. ‘Feuerbach Üzerine Tezler’ XI. de Marx şöyle der: ‘Filosoflar sadece Dünya’yı değişik biçimlerde yorumladılar; önemli olan onu (yorumlamak değil), değiştirmektir.’ Felsefe, ister Husserl’in yolundan giderek ‘Bilim’i model alsın, ister Heidegger’in yolunu izleyerek ‘Şiir’i, her iki yol da, Dünya’yı ‘değişik biçimlerde’ yorumlama’ya götürür. Dünya’yı değiştirmekse, Marx’a göre elbet, Felsefenin siyasal bir etkinlik olarak kavranması anlamına gelir...

Bütün bunları niçin söylüyorum? Şundan: Yıllar önce, Türkiye’de bir Felsefe geleneğinin olmayışını, Felsefenin ‘Bilim’ modeli üzerine inşa edilebilmesinin mümkün olmayışıyla temellendirmeye kalkışanlara verdiğim cevapta, Felsefe ile genel anlamda düşünce Geleneği  arasındaki ilişkiyi gözardı etmemeleri gerektiğini hatırlatmıştım. İslam’ın teorik bir bilim geleneğinden yoksun oluşunun Bilimsel düşünceye eklemlenme imkânını ortadan kaldırdığı için Felsefeyi mümkün kılmadığı görüşü, Oryantalizmin temel argümanlarından biridir. Felsefeyi Bilgi Kuramı’na (Epistemoloji) irca eden bir anlayış! Gustave von E. Grunebaum’un,  İslamda Felsefenin olmayışını, Bilimsel (Teorik) düşüncenin [‘Erkentniskritik’]yokluğuna  bağladığını unutmamak gerek....

Oysa İslam entelektüel geleneğinde siyasetin ve siyasal pratik düşüncesinin ağırlıklı bir yer tuttuğunu biliyoruz. Elbette, şiir’in ve şiirsel düşüncenin de! Rorty’nin belirttiği gibi, Felsefe’nin ‘Siyaset’i (Dewey) ya da Şiir’i   (Heidegger) model alarak inşa etmenin mümkün oluşu, bize,  Felsefeyi, hangi geleneksel yollardan geçerek kurabileceğimiz konusunda kılavuzluk etmelidir

İslam geleneğinde Siyaset vardır, siyaset kuramı ( Farabi ve El Maverdi’ninkiler dışında) yoktur; Şiir vardır, şiir kuramı (İbn Arabî dışında) yoktur! İslam siyasette Doğruluk’nun tanımını, pratikle temellendirmekte ne kertede Pragmatik ise; şiirde Doğruluk’un kriterini,  metaforlar’da temellendirmekte de, o kertede Pragmatiktir. Hükümet nasıl bir siyasal araçsa, metafor da işte tastamam öyle bir dilsel araçtır İslam geleneğine göre...

Metafor, nasıl bir Doğruluk kriteri olabilir? Rorty’nin verdiği örnek, bu meseleyi açıyor: “Örneğin, İsa’dan sonra 1000 yılında birisi çıkıp da, ‘Dünya Güneşin çevresinde dönüyor’ deseydi, dinleyenler büyük bir ihtimalle, onun ‘metaforik’ konuştuğunu düşüneceklerdi”, diyor Rorty, ‘ama, bugün hiç kimse bunu bir metaforik cümle saymıyor!’ Bu cümlenin bugün Doğru kabul edilmesi, geçen bin yıllık süreç içinde, inançlarımızın bu Doğru’ya yer verecek biçimde örüntülenmiş olmasındandır. Ve Rorty’nin de belirttiği gibi, bu süreç, ‘Dünya Güneş’in çevresinde dönüyor’ cümlesindeki kelimelerin anlamlarının, bu cümleyi Doğru bir cümle kılacak biçimde değişmiş olmaları sürecinden ayrılamaz...

Heidegger’in, Rorty’nin deyişi ile, Felsefe geleneği karşısındaki ‘şiirsel cevab’ı, metaforun bir Doğruluk kriteri olmasından dolayıdır. Heidegger’e göre, felsefi düşüncenin amacı, kullandığımız verili dil’i, onun  ‘insan aklının dili’ olmadığını, ama tarihsel geçmişimizin yaratısı olduğunu hatırlatarak özgürleştirmektir. Bunu yapanlarsa, Dasein’in (Varlık’ın) şairleridir. Bu şair-düşünürleri hatırlatmak ve onların  metaforlarının birer Doğruluk’a dönüşmeden önceki ( yani, kelimelerin bildik anlamlarını edinmeden önceki) güçlerini hissettirmek, çağımızda 
felsefenin tek amacı olmalıdır. Dahası, kültürü, eskimiş sözdağarına, toplumun inanç ve arzu örüntülerinin içine metaforlar sokmak yoluyla kurtarmak! 

Metaforlar, empirik olarak  eksik verilmiş gibi görünen Dünya’yı tamamlarlar:’ Eksik-verilmiş-görünen’ den şunu kastediyorum: Dünya’daki verili objelerin  tümünün beş duyumuzun beşiyle algılanması sözkonusu değildir: Örneğin, elmayı, tadıyla (tad alma duyumuzla), kokusuyla (koku alma duyumuzla), dokunma duyumuzla ve renkleriyle (görme duyumuzla) algılarız. Ama elmanın sesi yoktur;-dolayısıyla işitme duyumuzla algılamamız olanaklı değildir. Ya da, ayışığını nasıl algıladığımıza bakalım:  Ay ışığı, bize salt görme duyumuzla verilmiştir; sesi, kokusu, tadı yoktur; dokunamayız da! 

İşte metafor, tastamam burada dolaşıma girer. Şiirde, elmanın sesinden söz edilebilir; ya da ay ışığına dokunabilirsiniz. Dolayısıyla, metaforlar,  empirik olarak bir eksik-oluş olarak verilmiş Dünya’yı,şiir dolayımında tamamlar ve Doluluk’a vardırırlar.

Galiba, hayatımızı değiştirmek için kitaplara değil, metaforlara ihtiyacımız var. Metaforların, Doğruluk’un kriteri olabildikleri  kabul ediliyorsa eğer, Şiir ile Felsefe’nin Platon’la birlikte ayrılan yolları  tekrar birleşip, o büyük düşünce yolu’nda (Heidegger’in ‘Denkweg’i) birlikte yürümeleri imkanı doğmuş olacaktır. Felsefe söyleminin şiirsel söz üzerine inşa edilebiliyor olmasının da, sanıyorum, anlamı budur...

Neler Söylendi?