Advert

Yağrık / Alparslan Aygül

Yazan: Alparslan Aygül -YAĞRIK

ANI - 03-01-2024 15:05 760 kez okundu.

Yağrık / Alparslan Aygül
Advert

YAĞRIK

Orta Anadolu’nun tam ortasında, bozkır ikliminin hüküm sürdüğü, Nevşehir’in Gümüşkent köyünde, yaz bitmiş, güz ayları gelmişti.

1983 yılıydı. Liseyi bitirmiştim. Askere gitmek için daha üç senem vardı ve bu süreyi anama, babama yardım ederek geçiriyordum. Yazın yaban işleri bitmişti. Kadınlar kışlık ekmek yapma; erkekler de kışın ısınmak için bağdan, bahçeden odun, çalı, çırpı getirme telaşındaydı. Biz her yıl kurumaya yüz tutmuş kayısı, iğde, söğüt ve kavak gibi ağaçları, kendi imkânlarımızla keser; zorda olsa eşek arabamıza yükler eve getirirdik. Bozkırda zaten başka ağaç türü de yoktur.

Babamla birlikte kestiğimiz ağaçların gövdesini ve kalın dallarını testereyle keserken epey yorulurduk. Eve getirdiğimiz dalları baltayla kırıp odun yapardık. İnce çubuklarını da nacak ve keserle kıyıp, samanlığın bir köşesine istiflerdik.

1983 yılına kadar köyümüze seyyar odun hızarı gelmemişti. Gelmişse de ben hatırlamıyorum. Karşı mahalleden “vızz-vızz” sesler geliyordu. Belli ki, köye seyyar hızar gelmişti. Köyde değirmencilik ve hızar işlerini Dursun Amca yapsa da onun seyyar hızarı yoktu. Karşı mahalledeki kahveye gidip gelirken yol kenarında odun kesen hızarcıları seyreder; “Keşke bizim odunlarımız da, böyle çabucak kesilse” diye geçirirdim içimden.

Köylüler fırsattan istifade odun kestirmek için sıraya giriyor ve adamlar her gün birine gidiyordu. On, on beş güne kalmadan bizim mahalleye geldiler.

Bir gün, pencere önünde radyo dinliyordum. Babamla birlikte hayata iki yabancı girdi. Anam elinde çalı süpürgesiyle hayattaki kavaklardan dökülen gazelleri süpürüyordu. Adamlar, ellerinde çantalar ve hızar olduğu halde anama bakarak:  “Selamünaleyküm abla, müsaade var mı?” dediler.  40-50 yaşlarında, biraz değişik aksanlı iki yabancıydı bunlar. Anam, oldu olası eve kim gelirse gelsin, gülen yüzüyle karşılardı. “Aleykümselam, hoş gelmişsiniz” dedi. Babamla gelen yabancılar benim karşı mahallede gördüğüm hızarcılardan başkası değildi. “Hoş geldiniz” dedim ve içeri buyur ettim.

Bizim, Araplı Pınarındaki nevale ektiğimiz bahçede, kocaman ceviz ağacımız vardı. Uçları kuruduğu için ve de altında nevale yetişmediği için, babam ne zamandır; “Bu ağaç kesilecek” diyordu. Hızarcıları görünce canına minnet bulmuş ve alıp eve getirmişti. Adamlar o günün akşamı misafirimiz oldular.

Yemekler yendi, çaylar içilip sohbet edildi. Büyük olanın ismi Hasan, küçüğünün ismi Hüseyin’miş. Adana Tufanbeyli’den geliyorlarmış. Her yıl köy köy gezer, odun keserlermiş. Misafirlere, Tufanbeyli’yi ve köylerinin nasıl bir yer olduğunu sordum. Dağ köylerinden birinde yaşıyorlarmış. Aynı bizim köyün bozkır iklimine benziyormuş. Yani, yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı geçermiş. Bitki örtüsü fakirmiş. Bazı dağlık yerlerde çam, köknar, sedir ve ardıç ağaçları olurmuş. Bizim köyde bu ağaçlardan sadece bodur çam ağaçları olurdu. Diğer ağaçları merak etmiştim.

Sabah olunca erkenden kalktık. Anamın fırınlı sobada çektiği sıcak peynirli çörekle kahvaltı yaptık. Hep beraber 2 km. uzaklıktaki bahçemize yürüyerek vardık. Odun hızarını ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Hasan Amca elindeki bidondan mazot takviye etti. Sonra iple birkaç kere çekince “vızz-vızz” çalışmaya başladı.

Hızarın dişlileri benim bisikletimin zincirine benziyordu. Ancak bu zincirin kenarlarında keskin dişliler vardı. Babamla benim belki on günde kesip eve getireceğimiz kocaman ceviz ağacını, iki saatte yerle bir edip, gövde ile dallarını ayırdılar. Sonra sobaya sığacak boyutta odun haline getirdiler. Bize sadece baltayla ortadan ikiye ayırmak kalıyordu. O gün birlikte eve döndük ve anam misafirlere öğle yemeği hazırlamıştı. Yemekten sonra adamlar müsaade istediler. Ancak babam bırakmadı; “Yav arkadaş! Sizin kalacak yeriniz var mı? Nereye gidiyorsunuz? İşleriniz bitene kadar bizde misafir olun” dedi. Adamlar önce kabul etmediler; “Nasıl olsa bir yer buluruz” deyip kapıya doğru yöneldiler.

Ancak babam, kalın diye ısrar etti; “Ücreti mukabilinde olursa kalırız Süleyman Emmi” deyince babam; “O nasıl söz gardaşım, insanlık öldü mü?” deyince adamlar kalmayı kabul ettiler.

O günün akşamı Hasan Amca; “Evladım, duvarda asılı saz senin mi? Çalabiliyor musun?” diye sordu. Tabi benim. On yaşımdan beri saz çaldığımı bilmiyorlardı. ‘Adana köprübaşı’ ile ‘Adana’nın yolları taştan’ türkülerini çalıp söyledim. Öyle mutlu oldular ki; “Evladım, çok güzel çalıp söylüyorsun, bu yeteneğini öldürme. Bunun okuluna git” deyip öğüt verdiler. Ankara’da müzik bölümü sınavlarına girdimse de başarısız oldum.

Ertesi gün, başka yerdeki bağa gidip kuruyan şekerpare ağacını kestiler. Şekerpare ağacının gövdesini yuvarlak olarak beş eşit parçaya ayırdılar. Anam, iki parçasını bir kenara ayırdı, diğer parçaları odun yaptık. O kış epeyce odunumuz oldu. Şekerpare ağacının gövdesi çok sağlam olurmuş. Hele birkaç yıl bekletildikten sonra, “kurşun bile geçmez” derdi babam. Anamın ayırdığı bu yuvarlak ağaçtan “yağrık” yapılacakmış.

Yağrık; Üzerinde et kesmek, keserle et dövüp kıyma yapmak, kemikli et kırmak için kullanılan bir kütük parçasıdır.

Babam, yağrık için ayrılmış kütükleri elindeki malzemelerle tıraşladı ve kullanıma hazır hale getirdi.

Hızarcılar 10,15 gün kadar bizde kaldıktan sonra, başka köye gitmek için müsaade istediler. O gün sabah kahvaltıdan sonra anam, bir çanta dolusu öteberi koymuş. Öyle mutlu oldular ki. Babam, kestikleri ağaçlar karşılığında borcunu ödemek istedi ancak adamlar almadı. Karşılıklı haklar helal edildikten sonra vedalaşıp ayrıldılar. Adamlar gittikten sonra anam, ertesi gün yorgan yüzlerini yıkamak için çıkardığında yorgan arasına sıkıştırılmış bir miktar para bulmuş. Meğer adamlar bunca iyilik ve misafirperverlik karşısında bırakmışlar bu parayı. Yapılan iyiliği karşılıksız bırakmak istememişler. İşte yüce gönüllü Anadolu insanının asil davranışı.

Ben birkaç yıl sonra askere gidip geldikten sonra, emniyet teşkilatına girdim. Anam, o yağrıklardan birini bana verdi. “Oğlum al bunu, kurban eti işlerken kullanırsın” dedi. Ayrıca hatıra olarak 'aş bıçağı' verdi. Aynen dediği gibi de, her kurbanda lazım oluyor. Yağrık üzerinde et işlerken aklıma rahmetli anam ve babam gelir. Hızarcı Hasan ve Hüseyin amcalar gelir. Samimi, dürüst ve iyi kalpli insanlar bu dünyadan göçüp gittiler.

Yağrık, başkaları için bir odun parçasından ibaret olabilir. Ancak benim için hayatımdan bir kesitin öyküsüdür.

Editör: Ümmügülsüm Hasyıldırım 

Advert
Neler Söylendi?

Alparslan Aygül

Çok teşekkür ederim Sami bey. Yazılarımın derginin internet sayfasında paylaşılmaya layık görülmesi beni son dere mutlu ediyor, ayrıca yazma arzumu kamçılıyor. İyi ki bu guruba üye olmuşum. Teşekkür eder saygılar sunarım. 4 ay önce
DİĞER HABERLER
Unutulmaz Anılar / Nevin Bahtışen

Unutulmaz Anılar / Nevin Bahtışen

06-05-2024 - ANI

Sarılarda Çocukluk Yıllarım / Mehmet Küçük

Sarılarda Çocukluk Yıllarım / Mehmet Küçük

06-05-2024 - ANI