Advert

Uğurlu Dev Tesislerden Doğan Şehir / Mahmut Kiper

Yazan: Mahmut Kiper -UĞURLU DEV TESİSLERDEN DOĞAN ŞEHİRLER

İNCELEME - ARAŞTIRMA - 28-10-2023 13:59 3707 kez okundu.

Uğurlu Dev Tesislerden Doğan Şehir / Mahmut Kiper
Advert

UĞURLU DEV TESİSLERDEN DOĞAN ŞEHİRLER

Dünya sanayi gelişimine baktığımız zaman, İngiltere’nin demir-çelik üretiminde sağladığı gelişmelerle öncülük ettiği sanayi devrimi ardından, “ileri milletler” diye adlandırılan ülkelerin ulusal politikalarında, ağır sanayi odaklı ve ulaşımdan hizmete diğer pek çok alanı etkileyen lokomotif sektörlerin ağırlık kazandığını ve büyük üretim ölçekleriyle bu üstünlüklerini sağladıklarını görürüz.

Cumhuriyetin ilk yıllarında bu gerçek görülür ve savaşlarda insanını yitirmiş, iyice yorgun düşmüş, yoksul kalmış ancak bağımsızlığını kazanmış bir ülke, kimseye baş eğmeden ayakta kalabilmek, bağımsızlığını koruyabilmek ve medeniyeti yakalamak için aynı gelişmiş ülkelerin politikalarını büyük bir başarıyla uygular. Hem de neredeyse sıfırdan başlayarak ve endüstriyel atılıma paralel olarak halkını ileri yaşam olanaklarıyla da tanıştırmak gibi iki koldan atılımı gerçekleştirmek üzere  bir hedef peşinde koşarak. Bu dönemlerdeki öykülerde, inanmış bir halk ve olağanüstü mücadele örnekleri görürüz. Politikalar, hem sanayi ve hem de tarımda verimli üretim koşullarını oluşturmaya ve bununla aynı zaman diliminde halkın en ileri medeniyet  imkanlarıyla tanışmasına odaklanmıştır. Bu amaç  için yeni kurulan Cumhuriyet  tüm gücünü seferber eder. Gelişmeler görüldükçe ulusal sevinç, mutluluk, kıvanç ve inanç artar, yenilerini yapmak gücü böylece tazelenir. 

Türkiye’nin ilk dönem gelişme tarihi başka ülkelerde bile hayranlıklar uyandıracak kadar olağanüstülükler taşır.  Hatta bu dönemlerde yapılanlar,  ilk dinleyenler için masalı çağrıştırır.

Öyle ya, “KARDEMİR” 1937’de temeli atıldıktan 2.5 yıl sonra üretime başlamıştır, hem de  kazma-kürekle kazılan topraklar, merkep katarlarıyla taşınarak… 

İlk Cumhuriyet idareleri için temel hedeflerden biri, yoksul ve yoksun Anadolu insanının çok uzun yıllardır mahrum kaldığı öncelikli ihtiyaçlarını bir an önce ucuz ve kaliteli şekilde sağlamaktır. Bu amaçla, ülkenin yerüstü kaynaklarını değerlendirerek halkın öncelikli ihtiyaçlarının ve temel gereksinim maddelerinin yurtiçinde üretilmesi için çalışmalar başlatılır. Üretilenlerin yurdun diğer bölgelerine en ucuz  şekilde dağıtılması, köyüne hapsolmuş insanların ülkenin diğer yerlerine ulaşması için de demiryolu seferberliği başlatılır. 

Bir ülkenin yöneticilerinin hedeflerini halkına anlatabilmelerinin, yapacaklarını benimsetebilmelerinin en iyi yollarından biri de bunları anlaşılabilecek, kolay sloganlar haline getirip halkıyla paylaşmalarıdır. Bugün dahi pek çok gelişmiş ülke tarafından uygulanan bu ‘hedeflerin paylaşımı’ yöntemi, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de başarıyla uygulanmıştır. ‘Bir karış daha demiryolu’ bunlardan biridir. Bu nedenle üzerinden kaç on yıl geçmiş olmasına rağmen onuncu yıl marşını küçükten büyüğe hepimiz, aynen o günlerin heyecanı ve inancıyla söyleriz.

İşte ilk yılların diğer bir sloganı da; “üç beyazlar-üç karalar’dır.” Bu slogan, genç Cumhuriyet’in yokluğunu çektiği üç beyaz (un, şeker, pamuk) ve üç kara ( kömür, demir, petrol) ile halkını buluşturma konusundaki inancı ortaya koymaktadır.

Ve hem de dünyanın 1929’da başlayan büyük buhranı yaşadığı bir dönemde büyük atılımlar başlar. Bu atılımların somut sonucu ise yerel, tarımsal üretime ve doğal kaynaklara dayalı sınai üretim tesisleri kurmak stratejisini uygulamaya geçirmek üzere hazırlanan ve 1934'de uygulamaya alınan “1. Beş Yıllık Plan'dır” ve baş aktörü de; “Sümerbank'tır.”  O, Cumhuriyetin İlk dönemlerinde kalkınmanın  amiral gemisidir, aynı zamanda bu ülkenin “sanayi mektebi” dir. Çünkü, ülkenin sanayi gelişiminde en etkili kurumlarını ya kurmuş ya da gelişimlerinde önemli roller üstlenmiştir. 

KARDEMİR, kağıt-selüloz, çimento gibi bu işletmeler serpilip ayakları üstünde durabilecek duruma gelincede onları zaman içinde oluşturulan “Türkiye Demir Çelik İşletmeleri, SEKA, ÇİTOSAN” gibi yapılara devretmiştir. Ama iplik, kumaş, dokuma gibi işletmeleri hep bünyesinde tutmuş ve Cumhuriyetin ilk yıllarından bu tesisler teker teker kapatılana kadar her kesimden vatandaşını, hedeflendiği gibi kaliteli ve ucuza giydirmiştir. Türk ailelerinin giydiği elbiseden, pencerelerine örttüğü perde, yere serdikleri halılarına kadar hem üretmiş ve hem de mağazalarında satmıştır. 1980’lere gelindiğinde Sümerbank’ın kurduğu ya da işlettiği 41 fabrika, 468 mağaza ve 48 banka şubesi mevcuttur. 

Sümerbank, halkla o kadar iç içe, sımsıcak, vazgeçilmez ilişkiler kurmuş, yaşamlarını kolaylaştırmış, ailelerin çocuklarını sevindirmelerini sağlamış özetle yaşamın bir parçası olmuştur ki öykülere, şiirlere konu edilmiştir. Bunlardan birinde muhabir İnci Döndaş bir haberinde bir öyküden şu alıntıyı aktarmıştı;
“…..Ben çirkinlikleri sokmam evime. Çekerim Sümer'in çiçekli perdesini her bir fakirliğin üzerine. Karım makinesi olmadığı için ince ince dikmiştir tüm büzgülerimizi perdede, minder kenarlarında, kızların entarilerinde... Kızlarımın gecelikleri Sümer'dir. Bol renkli, bol büzgülü. Yıkanıp geceliklerini giydiler mi, melek gibi olurlar... 

Kimseye bir zararımız yok. Ben şen adamım. Çekerim Sümer'in çiçekli perdesini dünyanın üzerine, oturur, namusumla kazandığım ekmeğimi yerim çocuklarımla." 

Nezihe Meriç'in "Ekmek Kavgası" kitabındaki "Marangozdur Adı Ahmet Ustadır" adlı hikayede Ahmet Usta, Sümerbank'ın hayatındaki yerini böyle anlatır. Sümerbank kaç Ahmet Usta'nın evinde yaşamını kolaylaştıran, hayatına damgasını vuran, adeta bir aile bireyi olmuştur kim bilir?

Sümerbank elbiselerini giymiş, ayakkabılarını eskitmiş insanlardan biri de bu satırların yazarıdır. Daha doğrusu eskitememiş. Çünkü Beykoz Kundura’nın o iskarpinleri ile eskisinde yenisi alınsın diye ne toplar oynadık, sulara girdik ama nafile.

Uğurlu Dev Tesis
1810 yılında Osmanlı döneminde kurulmuş, o dönemlerin en modern tesislerinden olan, Balkan Harbi'nde, Çanakkale ve Kurtuluş savaşları’nda çarpışan askerlerin ayakları çıplak kalmasın diye gece gündüz çalışan  Beykoz Kundura, Cumhuriyet döneminin de en hatırı sayılır ve bilinir kurumlarından  biri olmuştur ve Paşabahçe Cam, Tekel gibi diğer kuruluşlarla beraber Beykoz ve çevresinde apayrı ve canlı bir yaşam alanı yaratmıştır.  Bu bölgeye  Sümerbank Kundura’nın katkısını ‘Ayakkabının "A"sı Beykoz Kundurası’ başlıklı yazısında Nazım Alpman şöyle anlatıyor;

“Türkiye'nin sanayileşme dönemine kalın bir damga vuran Beykoz Kundura tesisinin boğaziçinin uzak ilçesi Beykoz'da çok farklı bir anlamı vardı. Beykozlular için onun adı sadece "fabrika" idi. Her "Fabrika" kelimesinden Beykoz'daki bu uğurlu dev tesis anlaşılıyordu.

Fabrikanın düdükleri Beykoz'un hayat cıngılıydı. Sabah 06.30'daki ilk düdük işçileri yataktan kaldırıyordu. İkinci düdük 07.00'de "Haydi artık evlerden çıkın" anlamına geliyordu. 07.15'de çalan üçüncü düdük işbaşı buyruğuydu. Akşam 17.00'deki "paydos" düdüğü, Fabrikada hayatı durdururken Beykoz'da hareket başlatıyordu. Manavlar elmaları parlatıyor, kasaplar kıyma çekmeye başlıyor, fırınlarda el yakan ekmekler tezgahlara yerleştiriliyor, ev kadınları yemeklerini ateşe koyuyorlardı.

Beykoz'un eğlence hayatının nabzı da fabrikada atıyordu. Ahırdan bozma "Ali Bey'in Sineması" dışında ikinci kışlık sinema  fabrikadaydı. Spor salonu büyüklüğündeki yemekhanenin dev duvarından Hollywood'un parlak yıldızları geçerdi. Fabrika devamlı olarak yabancı film oynatırdı. Ali Bey'de hep yerli filmler vardı.

Beykozlular sahnelerimizin en büyük yıldızlarını fabrika sayesinde görebilme ayrıcalığına sahiptiler. Her yıl temmuz veya ağustos ayında Beykoz çayırında yapılan devasa ölçülerdeki sünnet düğünlerinde Beykozlular karnaval niyetine eğlenirlerdi. Henüz "Sanat Güneşi" olmamış Zeki Müren, "Şahane Kadın" Sevim Çağlayan, "Radyoların Bülbülü" Muzaffer Akgün, "Taş Bebek" Gönül Yazar, "Bay Samanyolu" Berkant, ‘’Güldürü Ustası’’ Celal Şahin gibi dönemin yıldızları sabaha kadar şarkıları, türküleri ve esprileriyle Beykozluları mest ederlerdi.

Sünnet Düğünü tesisini hazırlamak için fabrikanın marangozları yaklaşık bir ay çalışırlardı. Bir futbol sahası büyüklüğündeki alanın sökümü de 15 gün alırdı. Bu şenliğin aktüalitesi de bir yıl konuşulurdu.”

Bu işletme ile ilgili bir yazıda, çalışanlar için fabrika tarihçesiyle ailelerinin geçmişinin bile özdeş olduğu belirtiliyor. Buranın ustaları, Balkanlar'ın en büyük deri ve kundura fabrikasında çalışmış olmaktan çok mutlu oldular. Yaşlılar, bir okul, aile yuvası olarak tanımladıkları fabrikanın eski günlerini özlemle andılar. Emekli bir kundura işçisi eski günlere özlemini şöyle anlatıyor: "Dedem, babam ve annem gibi bende kundura fabrikasından emekliyim. Eskiden her şey daha zordu ama huzurluyduk. Sabahları evimizde büyük telaş yaşanırdı. Annem, babam ve ben birlikte hazırlanıp giderdik işe. O zamanlar Beykoz'da hayat fabrika düdükleriyle başlar, fabrika düdükleriyle biterdi. İlk düdükle uyanır, son düdükle işimizi bitirirdik."

Bu ustanın Beykoz'da hayatı belirlediğini söylediği fabrika düdükleriyle ilgili bir de anısı var: "Vefa Poyraz’ın İstanbul valisi olduğu dönemde Danimarka Kralı gelmişti İstanbul'a. Tarabya Oteli’nde kalıyordu. Sabah fabrika düdüğünü duyan kral hava saldırısı olduğunu sanıp pijamalarıyla sokağa fırlamış. Vefa Bey bizden rica etti, o günden sonra düdükleri dağa çevirdik."

Cumhuriyetin ilk dönemlerdeki sanayileşme rüzgarına büyük bir coşkuyla katılan Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası’nın batı tarzı üretim için eğitim veren bir okulu da vardır. Özellikle fabrikada babaları çalışan işçi çocukları ortaokuldan sonra bu okula alınırlar, iki yıl kundura işçiliği eğitimi verilir. Sonra fabrika içinde çeşitli birimlere dağıtılırlar. Bu şekilde bütün işçilik kalitesi aynı düzeyde tutulur. Toplam kalite gibi kavramlar da daha ortada yoktur.

Hami İşveren Etibank
Sümerbank’ın kuruluşunun hemen ardından da 1935 yılında , 14.06.1935 tarih ve 2804 sayılı Kanunla kurulan Maden Tetkik ve Arama (MTA) Enstitüsü’nce bulunan işletmeye elverişli madenlerin işlenmesini sağlamak üzere aynı gün çıkan 2805 sayılı yasayla da Etibank kurulmuştur. Her iki kuruluşun isim babası da Atatürk’tür. Eski iki Türk uygarlığının öne çıkmış özellikleriyle bu isimlerde yaşamasını istemiştir.  Hemen ardından da kurulacak işletmelerin enerji projelerini hayata geçirecek Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİEİ) kurulur.

Sonradan genel müdürlük yapıldığına bakmayın, MTA’nın enstitü olarak kurulmuş olması kurucuların ne denli bilgili ve işinin ehli olduğunu gösterir.  Maden arama işi bilimsel çalışmalar gerektirir ve ülkenin madenlerini arayacak kuruluşun enstitü kimliğiyle kurulması doğru olmuştur.

Sümerbank ve Etibank temel sanayi, maden ve enerji işletmelerinin kurulmasında, modern işletmecilik tekniklerinin uygulanmasında, sınai insan gücünün yetiştirilmesinde, iştirakler kurarak şirketleşmenin geliştirilmesi yanında kurulduğu bölgelerin modern şehirler haline gelmesinde de  çok önemli görevler üstlenmişlerdir.  

İşletmelerinin gittiği her yerde yeni bir yaşam filizlenir, her kurulan yeni tesisten kurulduğu bölgede modern koca bir şehir doğar.

Fabrikalar daha işletmeye alınmadan bulunduğu yörede okullar kurmuş ya da kurulmasına destek olmuş, halkın ihtiyacı olan gazyağı, şeker, yağ gibi zorunlu ihtiyaç maddelerini de uygun fiyatlarla temin etmiş, halk ilk tiyatro ya da konserle bu fabrikalar sayesinde tanışmıştır. Bölgenin tarım  yapısını bile değiştirmiş, ilkel ziraat  araçlarıyla yapılan üretim getirtilen, tohum ekme, traktör gibi makinalarla ve verilen eğitimlerle modernleştirilmiştir. Hatta, birçok yerde fabrika enerji sisteminden halka elektrik verilmeye başlanmıştır. İlk kütüphaneler, hastaneler bu işletmelerinin desteği ve önderliğinde kurulmuştur. Düzgün yollara gene bu işletmelerin katkısı ile kavuşulmuş, fabrikanın adıyla spor kulüpleri kurulmuştur. 

Örneğin Nazilli’deki Sümerspor’un futbol, atletizm, voleybol, basketbol ve bisiklet takımları ve sahaları mevcuttu. Ayrıca tenis kortları, güreş minderleri, boks ringleri de vardı. Bunların hepsi nizami ölçülerde hatta futbol sahası Türkiye’nin ilk alttan ızgaralı sahasıydı. Liseli gençlerin kaleme aldığı bir öyküye göre, Nazilli Sümerspor, spor aktiviteleriyle uzun yıllar atıl bir halde bulunan Nazilli ve yöresi gençliğini tembellikten, kahvehane köşelerinden kurtararak spor alanlarına çekme başarısını göstermiştir.

Yapılan park ve bahçelerle bölgeler bambaşka bir görüntüye kavuşmuşlar, “Sümer mahalleleri”, “Sümerbank lokalleri ve misafirhaneleri” aileleri bir araya getirmiş, düğün törenlerinin yapıldığı mekanlar olmuş ve bambaşka bir sosyal yaşam başlamıştır. Bazı Sümerbank fabrikalarının soğutma havuzları yazın halka açılarak yüzme havuzu olarak kullanılmıştır. 

Fabrikalarda güzel kreşlerde işçi çocuklarına gayet iyi bakılırdı. İşletme duvarlarında çok  güzel modern sanat eserleri vardı.

Sümerbank lojmanları gelişigüzel yapılmış inşaatlar değildi. Bölge kültürüyle modern yapı tekniklerini birleştiren bilinçli  mimari dokular üretilmişti. 

Cumhuriyetin  kurduğu ilk tesislerden biri de 1932 yılında faaliyete geçen Kırıkkale Çelik Fabrikasıdır ve Türkiye’de çeliğin modern üretim tarihi de bu işletmeyle başlamıştır. Fatih’in İstanbul’u fethi dönemindeki meşhur topların döküldüğü Tophane’ye yani 1453’e kadar dayanan geçmişinde sonradan “İmalat-ı Harbiye” ve cumhuriyetle birlikte “Askeri Fabrikalar” ismini alan kurum 1950 yılında “MKE” ismini almıştır. Ve Kırıkkale Çelik Fabrikası da askeri fabrikalardan MKE’ye devredilmiştir. İşte bu ilk modern çelik tesisinin kurulduğu Kırıkkale’nin o zamanki halini Atatürk’ün 1926’da Ankara garından yolcu ettiği kafileyle Almanya Aachen Teknik Üniversitesi’nde metalurji eğitimi alan, yurda döndükten sonrada pek çok ilki başarmış olan ülkemizin ilk metalürji mühendislerinden Selahattin Şanbaşoğlu şöyle anlatıyordu;
“1932’de Kırıkkale’de askeri fabrika sahası dışında sadece on üç ev vardı. Meyhane, kahvehane ve kasap dükkanı aynı yerdi. Yol yoktu. Haftada yalnız iki tren geçerdi. Gazete gelmezdi. Fabrikaya ya trenle, ya da çamur tarladan geçerek gidilirdi. İşçi tamamen oraların köylüsüydü. İki üç saatte köyünden eşekle veya yaya gelirdi. Fabrikada eşeklere ayrı yer vardı. Çelik fabrikasında Beşiktaş yüz ya da altı yüz civarında işçi çalışırdı. İşçilere (yani çalışan köylüye) kendi getirdiği pekmez veya ayrana bandığı yufka ekmeğinden ibaret yemeğinin ve kendi elbisesinin dışında, ilk fabrika yemeği ve kıyafeti Kırıkkale Çelik Fabrikası’nda verilmiştir. Bunu yapan da devlet değildi. Kendi aramızda para toplayıp başlattık ve usul haline getirdik....”

Kırıkkale Çelik örneğinde görüldüğü gibi Türkiye'de işletmelerde çalışmaya başlayan köylülerden 'işçi sınıfı' oluşumunda da Cumhuriyetin ilk tesislerinin çok öncü ve önemli rolü vardır. Ülke kalkınmasının coşkusuyla, bu kalkınmanın anahtarı olan üretim tesislerinde görev yapmanın hevesi, kıvancı ve sorumluluğu o dönemlerdeki kalkınma atılımında çok etkili olmuştur. En üst yöneticiden, düz işçiye kadar üstün görev bilinci, çalışma azmi ve inançlarla olmazlar olmuş, cumhuriyetimizin tuğlaları birbiri üstüne konmuştur.

İlk dönemlerde, köylülerden işçi oluşturma çabalarını ve onların da bu üretim ve kalkınma seferberliğine nasıl bir heves ve çabayla katıldıklarını gene bir öyküyle aktaralım. 

Memleket Işıkları...
Genç Cumhuriyetin o ilk dönemlerinde hangi niyet ve heveslerle nelerin başarıldığını, üretmeyi sevmeyle memleket sevmenin nasıl eş anlamlı olduğunu, aynı ışığın kimilerine aydınlık verirken kimilerini nasıl kör edebileceğini bilmem Karabük Demir Çelik Fabrikaları (KARDEMİR) eski Ustabaşılarından Hakkı Yardibi'nden daha güzel kim anlatabilir.

Türk Tarih Vakfı’nın Cumhuriyetimizin 75. Yılında çıkardığı "Çarklardan Çiplere" isimli kitabındaki Aydın Engin'in KARDEMİR öyküsünde yer verdiği bu söyleşide, KARDEMİR'in temel atma töreni için (3 Nisan 1937) kurulan derme çatma şantiye binasının inşaatında işbaşı yapıp aralıksız 45 yıl çalıştıktan sonra Kuvvet Santralı Ustabaşılığından Emekli Hakkı Usta şöyle diyor; 
"...Şu Keltepe’den aşağıya, buraya yürüyerek geldim. Baktım bu civarın köylüleri toplanmış bir yere doğru gidiyorlar. Biz de fabrika kurulacak diye duymuşuz ya, onların ardına takıldım. Soğanlı Suyu’nun oraya vardık, Uşaklı Eyüp Bey diye bir adam kırın ortasına bir masa, bir iskemle kondurmuş, oturuyor. 'Çocuk gel buraya' diye çağırdı. Sordu: 'Çalışır mısın?'. Dedim; 'Çalışırım efendim'. Başladık işe. Geleni alıyorlar biliyor musun? İşçi yok. Sinek, sivrisinek kırıyor milleti. Isıcak kavuruyor. Gelen bir bakıyor şöyle. Bir on beş gün çalışıyor. Bırakıyor gidiyor. Dayanması zor senin anlayacağın. Ben dayandım. 
……Daha fabrika filan kurulmadan, şimdi bu Yenişehir dediğimiz yere bir ilk mektep açıldı. Duttum kaydoldum...”  

Hakkı Usta kendi deyimiyle Divriği madeniyle Zonguldak kömürünün buluşup  düğün derneğin  kurulduğu Kardemir’den ilk sıvı metal alındığı güne de tanıklık etmiş ve emekli olana kadar da o işletmede çalışmış. Bunun gururunu şöyle paylaşıyor o söyleşide;
“...Bak efendi ben bu fabrikaya kırk beş yıl hizmet vermişim. Kırk beş yıl ne demek biliyon mu sen? Kırk beş yıl yetişkin adamda ömür demek. Kırk beş yıl. Bir yevmiye cezam yoktur benim kırk beş yılda. Bir yevmiye ceza alacak bir kusur, bir ihmal yoktur efendi. Neden öyle peki? Bu fabrika bizim gözümüz. Bizim gözümüzün ışığı. O cevherin ışığını bilir misin sen? Bin iki yüz derecede erimiş demir cevheri bir ışık saçar efendi. O ışıktır memleketin ışığı. İyi bakmazsan kör eder adamı. Erimiş cevhere bakmasını bileceksin. Yoksa kör olursun. Ne demek istediğimi anlıyon mu sen?" 

Evet Hakkı Usta  böyle diyor. Işığa, memleketin ışıklarına doğru bakmak gerekli. Ama o gün o koşullarda kurulan, ülke kalkınmasında büyük pay sahibi olan ve hâlâ da olabilecek memleket ışıkları birer birer söndürüldü. 

Göremedik mi? Yoksa kör mü olduk? 

Bu tesis, Cumhuriyetin tesislerinin en önemlilerinden biridir. Çünkü,  kendi fabrikaları ve üretimleri dışında, gelecek yıllarda pek çok şeker fabrikaları, çimento fabrikaları, çay fabrikaları, diğer demir-çelik fabrikaları, köprüler, kuleler vb.onlarca fabrika ve tesis kurduğu için KARDEMİR ‘Fabrikalar Kuran Fabrika’ ünvanını taşımaktadır.

Aydın Engin’in bahsedilen KARDEMİR hikayesinin sonlarında KARDEMİR’in genç cumhuriyette çağdaş insanlar yetiştirmek için yaptıklarından bir kaç örnek de şöyle anlatılmaktadır;
“KARDEMİR bünyesinde çıkarılan Fabrika dergisinin İkinci Dünya Savaşı’nın en zorlu günlerinde (1943) çıkarılan bir sayısında Ocak ayı etkinlikleri şöyle verilmiştir;
‘… Halkevlerinde Ocak ayı içerisinde altı konferans icra edilmiş olup, bir tanesinde üstat Nurullah Ataç lisan meselelerine temas etmiştir. Maarif Vekilimiz Hasan Ali Yücel ise konferansında Karabük civarında Köy Enstitüsü değil sanayi meslek mektepleri ihdasına karar verdiklerini samimi şekilde izah buyurmuş, milli şairimiz Mehmet Emin Yurdakul hece vezni şiir ile aruz vezni şiirin mukayesesine tahsis edilmiş bir konferans vermiştir.’

… Gene ocak ayı müddetince Demir Çelik tiyatro salonunda, Halkevi müsamere kolu, Fransız edip Moliere’in, Ahmet Vefik Paşa adaptasyonu Mürai (Cimri) eserini temsil etmiş; bu temsilin akabinde, Karabük’e teşrif eden Ankara Devlet Konservatuarı talebelerinden müteşekkil heyet, aynı eseri bu defa da Fransızca aslından tercüme edilmiş şekliyle sahneye vazetmişlerdir. Temsilden sonra, her iki versiyonu da seyir eylemiş olanlar tarafından, lise edebiyat muallimesi Fitnat  Arzıkal idaresinde münakaşa ve mukayesesi yapılmıştır. Hareketli cereyan eden münakaşalarda  garp ve şark zaviyesinden tiyatro san’atı da bahis mevzuu edilmiştir.

Ocak ayı hitamına doğru Ankara Musiki Muallim Mektebi korosu tarafından halk şarkılarının çok sesli icrası yapılmış, ayrıca Ankara’dan davet edilen Gazi Orta Öğretmen Mektebi ve Terbiye Enstitüsü spor muallimleri tarafından ameli ve nazari olarak eskrim dersleri verilmiştir. Demir Çelik Tenis ve Velosipet (bisiklet) takımlarına ilave olarak pek yakında bir eskrim takımı ihdas edileceği memnuniyetle haber alınmıştır….”

Ülke şekerle tanışıyor
Ülkemiz  şekerle Cumhuriyet ile birlikte tanışır.
Bahsedilen Türk Tarih Vakfı’nın çıkardığı ‘75. Yılda Çarklardan Chiplere’ isimli kitapta Aydın Engin tarafından kaleme alınan  bir diğer çalışmada, ‘Bir Şeker Hikayesi-Alpullu Şeker Fabrikası’ öyküsünde halk arasında ülkeye az miktarda Rusya’dan gelen kelle şekerinin mayasının  insan kemiği olduğuna inanıldığı belirtilir.

Bu öyküde, ülkemizin ilk şeker fabrikasına ev sahipliği  yapma onurunu yaşayan Alpullu’da, o meşhur soğuğa, kağnı işlemez balçığa inat Macar uzmanların gözetiminde yapılan şeker pancarı ekimi, pancar hasatı ve ilk şeker üretimi anlatılır. Pek çok sanayi öyküsünde gördüğümüz gibi, Trakya’nın bu yöresi ve yaşam  fabrikayla baştan sona değişmiştir. Bu tesisin de Anadolu insanını nasıl heyecanlandırdığını sözü edilen öyküde yer alan bir söyleşiden, eski fabrika çalışanlarından Emrullah Beydeli’nin Trakyalı ağzından aktaralım;
‘ .... Gazi demiş kalkınacak memleket. Kuruldu ya fabrika, mektepse mektep geldi, ziraatsa ziraatın hasını ürgendik. Paraysa girdi köylünün cebine. Miskin otururduk kahvede sekiz ay. Olduk burda işçi. Değil öyle ırgat, rençber...Sanayi işçisi olduk be yav! A be elektrik gördük biz Alpullu’nun şeker fabrikasında. Elektrik ne, ışıktır. Işık,ışık. Sen olsan çalışmaz mısın ışık için? Bak dinle, ne anlatacam sana. Fabrika yapardı daha deneme çalışması. Akşam oldu, gördüm elektriki. Hafta sonu gittim köye, dedim babama, ‘Baba’ dedim, ‘Görmüşüm cenneti. Koca ova kesmiştir ışığa’. Sonra bir gün götürmüşüm anamı. Olmuş akşam vakti. Anam dönmeydi. Rum kızıymış. Sevmiş babamı, varmış ona. Olmuş müslüman. Gördü anam elektriği. Şaşırdı zavallı, istavroz çıkardı. Yani medeniyettir Alpullu Fabrikası. Mekteptir be mektep...’

Alpullu’nun temeli 26 Kasım 1925’de atılır ve ilk Türk şekeri tam bir yıl sonra 26 Kasım 1926’da üretilir. İlk yıl, Alpullu Şeker Fabrikası’nın rekoltesi 520 tondur. Daha ikinci yılında tadilat ve vardiya düzeni ile üretim 960 tona ulaşır. Alpullu Şeker Fabrikası da, tıpkı diğer Cumhuriyet ilk dönem tesisleri gibi çevresinde geniş bir  bölgeyi geliştirir. Hayrabolu, Kırklareli bölgesine etkisi büyüktür

‘Pancar Parasına..’
Bu fabrikalarla birlikte halk pancar tarımıyla ve bunun için gerekli tarım aletleri, gübre ve diğer malzemelerle tanışmış, bilgilenmiş, kurslarda eğitilmiş. TŞFAŞ tarafından 1951 ile 1989 yılları arasında ‘Pancar Dergisi’ yayınlanmış ve tam 6.000 köye bu dergi ulaştırılmış. Ayrıca 3 ayda bir de bilimsel ağırlıklı ‘Şeker Dergisi’ yayınlanmış. Şekerle ilgili 220 kitap çıkarılmış,  milyonlarca broşür basılmış. Yurtiçi ve dışına burslu öğrenciler gönderilmiş.

Çiftçilere, buzdolabı, çamaşır makinası gibi hayatlarını kolaylaştıran ev aletleri pancar zamanı pancar bedellerinden kesilmek üzere temin edilip dağıtılmış.

Yakın zamanlara kadar, O günlerden kalan bir alışkanlıkla, Anadolu çiftçisi hala daha, oğlunu evlendirir, kızını gelin ederken yöre esnafından aldığı eşyalar için verdiği senetlere ‘pancar parasına’ diye not düşermiş. Evde kullanılacak ya da sünnet düğünlerinde helvalara katılacak şekerler, işletmelerce pancar bedeline mahsuben ayni olarak sağlanırmış. Türk çiftçisinin münavebeli yani polikültür tarımı, haşere ve yabani otlarla savaşı pancar sayesinde öğrendiği, tarımda mekanizasyona bu yolla geçtiği belirtilmektedir.

Bir Alpullu, bir de Kepirtepe Trakya’nın ışığıdır
Bu fabrikalar, Cumhuriyet’in eğitim seferberliğine de önemli katkılarda bulunmuşlardır. Ancak eğitimli insan kaynaklarıyla daha yüksek katma değerli üretimler için çabalara girişilebileceğini bilen idarecilerin yüzünü kara çıkarmamıştır şeker işletmeleri.

Yukarıda fabrikanın ilk yıllarında bulunmuş Ustabaşı Emrullah Beydeli’den nasıl ışığa kavuştuklarını aktarmıştık. Sözü gene Emrullah Usta’ya  bırakalım; 
“Bir Alpullu, bir de Kepirtepe Trakya’nın ışığıdır. Kepirtepe Köy Enstitüsü’nde bebeler öğrendi, Alpullu Şeker’de babalar.....”

İzmit’le Bütünleşmiş Kuruluş: SEKA
Türkiye’de kağıt sanayini kurmak ve geliştirmek görevi de Sümerbank’a verilir. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kurulan her tesis o yöreyi baştan başa değiştirmekte ve ihya etmektedir. Bu nedenle, tesislerin yer seçimlerinde her düzeyde büyük mücadeleler görülmektedir. Kağıt işletmesinin kurulacağı yer açıklandığında İzmit, bayram yerine döner. Sıtmadan kırılan İzmit için  kağıt fabrikası büyük bir talih ve tarihinde belki de en önemli dönüm noktalarından olacaktır. On dört bin nüfuslu, mütevazi, evlere suların merkeplerin sırtlarındaki fıçılarla taşındığı, mangal kömürü ile işleyen gazojen motoruyla şehire cereyan verilmeye çalışıldığı, pek çok akşamı karanlıkta geçiren İzmit, bu yeni fabrika ile müthiş bir gelişme yakalayacaktır.

SEKA, İzmit’le özdeşleşmiştir. İzmit’li olup ta SEKA ile şu ya da bu şekilde ilişkisi olmayan aile yok gibidir. Tesis, kâğıtta dışa bağımlı genç Cumhuriyet'in ilk kâğıt fabrikası olmuş, kısa sürede ülkeyi dışa bağımlılıktan kurtarmıştır. Tesislerin İzmit’in sosyal yaşamına da önemli katkıları olmuştur. Örneğin, kentin tarihinde önemli bir yer tutan İzmit Kağıtspor’un kuruluş tarihi 1937’dir yani hemen kuruluş sonrası. Henüz birinci ligin olmadığı zamanlarda, mavi-beyaz renklerdeki 'kâğıtçıların takımı' maçlara çıkmaktadır. Jimnastik salonunda, tenis kortunda, tesislerin sahalarında gençler farklı spor dallarını öğrenirler. 1937'de kürek ve yelken takımları vardır. Atletizm, güreş, boks gibi spor dallarında Kâğıtspor, uluslararası başarılar kazanır.  Kadınlardan kurulu kürek takımı 1937'de İzmit Körfezi'nde kürek çekmektedir. 

İzmitliler sinema ve tiyatroyla fabrikanın içindeki tesislerde tanışır. 1940'larda SEKA'nın sinema salonuna en yeni giysileriyle gelen İzmitliler, haftada iki film izleyebilmektedir. İnsanlar, SEKA'nın salonlarında evlenir, plajında denize girerler. İzmit’in yeşil kuşaklarından olan ama yakın zamanda sanayi arsası olarak yapılaşmaya açılan SEKA Fidanlığı’nın oluşturulduğu tarih ise 1942’dir.

SEKA, uzun yıllar İzmit için her şey demektir. Fabrikanın taşıdığı önem, kentin her yerinde her an karşınıza çıkar. Duraklar 'SEKA' ile anılıyor, daha kentin girişindeki üst geçitte 'Kâğıt medeniyetin hamurudur' yazıyordu. Büyük bir meydana, fabrikanın kurucusu Mehmed Ali Kâğıtçı'nın adı verilmişti. SEKA cami vardı. 

Evet, yukarıda paylaşılan bazı örneklerden de görüleceği gibi Cumhuriyet işletmeleri gittikleri çok az nüfuslu  il ve ilçeleri, çevre il ve ilçeleri de etkileyecek şekilde değiştirdiler. Her işletme üretim fonksiyonlarının yanında sosyal devletin temsilcileri oldular. Bölge halkı okul hastane, lojmanlar gibi zorunlu ihtiyaçlar yanında sinema, yüzme havuzu, spor salonları gibi muhtemelen daha önce hiç görmedikleri keyiflerle de bu fabrikalarla tanıştı. Fabrika çay bahçelerinde halk günleri tertiplendi, salonlarında Cumhuriyet baloları düzenlendi. Cumhuriyet ve onunla gelen medeniyeti yöre halkı içtenlikle dünyalarına soktular, dünyanın ne olduğunu böylece anladılar.

İşte o çabalar, halkını üretime katarak, refahın ve medeniyetin ancak böyle sağlanabileceğini gösteren, bu amaç için teknik eleman, teşkilat ve işletme gibi altyapıları kuran Cumhuriyetimizi daha kutsal ve saygın yaptı.

‘Topyekun kalkınma’ sloganının içi böyle doldu, halk kendisi için yapılan bu şerefli çabalara kıvançla ortak oldu.

Masallar bir varmış bir yokmuş diye başlar. Cumhuriyetin anlatılan bu sanayi öyküsü de tıpkı masalları çağrıştırır; ‘Bir varmış,  bir yokmuş....’ 

Yeni kurulan Cumhuriyeti yaklaşık bir asır geç kalınan endüstri devrimine yetiştirmek ütopyasının  ürünü olarak yaratılan tesislerin  pek çoğu artık  yok.

Ama onlardan bir yerlerde izler mutlaka kalıyor. En azından hatıralarda.  Nazilli Basma Fabrikası’nın yöre insanında nasıl izler bıraktığını, memleket tesisleri kapatılınca  neler yitirdiğimizi  rengarenk Anadolu renkleriyle bezenmiş basmalar üretmiş bu tesisle ilgili bir sitede görüşlerini paylaşan bir bölge insanının şu sözleri ne güzel anlatıyor ve başkaca bir söze de gerek bırakmıyor;
“Ben  Nazilliliyim. Fabrika kapandıktan sonra oradan hiç geçmedim. Hayalimdeki gibi kalsın istedim. Babam Sümerbank’tan emekli. Biz basma kokuları ile büyüdük. O koku burnumdan hiç gitmez. O günlerden kalma basmaları saklarım . Zaman zaman koklarım. Onlarda babamın kokusu var. Emeğin kokusu var. Atatürk sevgisi var.”

Bazı yıldönümleri çok özeldir. Köşe taşlarıdır çünkü onlar ve hangi inanç, coşku, umut ve mücadelelerle varılanların bir değerlendirmesi için olduğu kadar  emeği geçenlerin anılması için de bir vefa borcunu ödeme imkanı sunarlar. Asırlık çınar ağacı gibi kökleri çok derinde, gövdesi güçlü, kuvvetli dalları tüm yurdu sarmış Cumhuriyetimizin 100.yılı kutlu olsun. 

Başta kurucumuz  Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti'ni  yeşertip, büyütenleri saygı, sevgi, özlem  ve minnetle anıyoruz.

Advert
Neler Söylendi?

Tahsin Akar

Sevgili Mahmut,
Bu ülkenin nasıl kurulduğuna dair anlamlı ve etkileyici yazını, dönemin halkını, devletini, yönetimini, samimiyeti içimde hissederek, heyecanla ve de
bugüne bakarak biraz mahcup ve üzgün duygularla okudum.
Ne iyi yapmışsın, keşke bunu pek çok yerde yayınlayabilsek.
Emeğine sağlık, teşekkürler sevgili dostum.
6 ay önce

Mahmut Kiper

Sevgili Tahsin nazik sözlerin için çok teşekkür ederim, sağol, beğendiğine sevindim, en iyi dileklerimle6 ay önce

Jale Gür

Cumhuriyeti ve eserlerini, bir halkın yeşeren umudunu, yoğun emeği, ardındaki liderliği, gücü ve güveni anlatan, son dönemlerde okuduğum en güzel yazı...Duygulandım ve üzüldüm. Mahmut Kiper' in eline sağlık. Bu bir başvuru dokümanı, kutluyorum. 6 ay önce

Mahmut Kiper

Sayın Jale Gür, beğendiğinize, önemli bulduğunuza çok memnun oldum. Nazik sözleriniz için de çok teşekkür ederim, sağolun6 ay önce
DİĞER HABERLER
Türkmen Kitap-şinâs Almaz Yazberdiyev / Meyrem Berdiyeva

Türkmen Kitap-şinâs Almaz Yazberdiyev / Meyrem Berdiyeva

27-04-2024 - İNCELEME - ARAŞTIRMA

Pir Sultan Abdal'ın Şiirlerinde Telmih Sanatı / Recai Kapusuzoğlu

Pir Sultan Abdal'ın Şiirlerinde Telmih Sanatı / Recai Kapusuzoğlu

11-02-2024 - İNCELEME - ARAŞTIRMA