MUSTAFA KUTLU'NUN ESERLERİNDE GÖÇ
Mustafa Kutlu’nun eserlerinde köyden kente ve kentten kente olmak üzere iki şekilde ele alınır göç konusu.
1970’lerde iyice hızlanan iç göç sebebi ile köy nüfusunun önemli bir bölümü kentlere gelmiş ancak bu nüfus kentlerde de köy hayatını sürdürmeye çalışmıştır. Nitekim bu yıllardan itibaren gerek romanda gerek hikâyede köy ve kent olgusunun bu göç etrafında kurgulandığı, göçün sebepleri, sonuçları sebep olduğu dramlar gibi konular etrafında meselenin ortaya konulduğu görülür. Bu yıllarda köy kent meselesini işleyişiyle Türk hikâyesinde ayrı bir yer tutmayı başaran isimlerden biri olarak Mustafa Kutlu öne çıkar.
“İnsanoğlu dünyaya niçin gelir?
Herhâlde bir bahçe kurmaya gelir.Derken bir “İstanbul hevesi“ baş gösterir gençler arasında. İstanbul, başka bir hayatın yeni ve zengin bir geleceğin kapısını aralama sevdasının adıdır.”
Kutlu eserlerinde sıkça bu konuyu ele almıştır. Gençler şehir hayatını bir kez gördükten sonra köyde durmak istemezler. Şehre yerleşip orada iş bulup, evlenmek hem de köydeki sefillikten, perişanlıktan kurtulmak isterler.
Kentteki ekonomik ve teknolojik ilerlemeler köyüne bağımlı yaşayan köylü halkı olumsuz etkiler. Köylüler sefillikten kurtulma düşüncesi ile kente yerleşmeye başlarlar. Gittiklerinde köylü halkın beklediği gibi bir şehir hayatı yoktur aslında. Bu durumdan memnun olmasalar da kabullenmek zorunda kalırlar. Köyden şehre yerleşmeye çalışan insanlar aynı zamanda bu düzene ayak uydurmaya çalışırlar. Önceden insanlar kendi meyve sebzelerini yetiştirirken toprağa bağlı bir şekilde yaşarken şehir yaşamına alışmaya çalışan insanlarda bu düzen değişmektedir.
Köyden kente göçte çoğu toplumsal değer de önemini yitirmeye başlamıştır. Çocukları şehre giden ailelerde de aile düzeni ve aile yapısı bozulmaya başlamıştır. Eskiden toplumda çokça yer tutan geniş aileler yerini çekirdek aileye bırakmaya başlamıştır.
Yazarın köyden kente göç üzerine kurguladığı meşhur eseri Beyhude Ömrüm 2001 yılında yazılmıştı. Eserinde köyden kente göçü konu alan Kutlu, köydeki insanların dışarıyı görünce kente göç ettiklerini, kent nüfusunun arttığını belirtmiştir.
“Şu hâlime baksana Derviş Ağa. Şu köye baksana. Pislikten, sefillikten geçilmiyor. Terk edip gitti herkes. Hem ben dışarıyı gördüm artık. Burada kapanıp kalmanın devri geçti. Evet eskiden insanlar yurt tutup yaşamış burada, lakin o eski günler bitti. Memleketin nüfusu arttı. Tez elden varıp bir tezgah kuramaz isek ne iş bulabiliriz ne de aş.”
İçinde yaşadığı toplumu iyi okuyan Mustafa kutlu 2015’te yayınlanan “TİRENDE BİR KEMAN” adlı eserinde de yeni dünyanın, yeni insan modelinin magazin, başarı ve eğlence öykülerinden ibaret ilgi alanını öyküsüne dahil eder.
“Hayat böyle dalında kızaran zerdali gibi kıpırtısız, tatlı bir mayhoşluk içinde geçiyordu. Taşra böyledir işte. Kimi bu tekdüze hayatı benimsemez, hareket ister kimi de duttan sonra kiraz, kirazdan sonra kayısı kayısıdan sonra sebzeler diyerek, fasulye, kabak, patlıcan kurutarak günün nasıl geçtiğinden haberi olmaz.”
Kutlu, eserlerinde köy ve kent olmak üzere iki çevreye dikkat çekmektedir. En az köyden kente göç kadar önemli olan diğer bir konu da kentten kente göç olgusudur.
Yazar, Uzun Hikâye adlı eserinde de göç olgusuna değinmiş, başkahraman Ali’nin yaşadığı olayların ardından başka kentlere göç etmek zorunda kalması oğlunun da başına gelmiş ve hikâyenin başında dış etmenlerin sonucu olan göç, hikâyenin sonlarına doğru içsel bir yolculuğa dönüşmüştür.
Mustafa Kutlu, modernleşme sürecindeki Türkiye toplumunda yozlaşmaya dikkat çekerek bu durumu modern bireylerde ortaya çıkan ve insanları çeşitli psikolojik bunalımlara götüren göç olgusunu da eleştirmiştir.
Örneğin “TİRENDE BİR KEMAN” adlı eserinde başkahraman Kenan’ın, oğlu ile birlikte sürekli şehir değiştirmeleri, hep bir yere seyahat edecek durumda olmaları onları kötü yönde etkilemiş sağlıklarının bozulmasını ruhsal problemlerinin artışını beraberinde getirmiştir.
“Denkler tutulur ,tahta bavulların ipleri çekilir, gurbetçiler birer ikişer yola düşer. Gurbetçi böyledir, yazın gelir güzün gider.”
Kentleşmenin hızlanması ve köy nüfusunun azalması psikolojik bunalımlar dışında da bir çok sorunu beraberinde getirmiştir. Tarımsal üretim azalıp sanayileşme arttığı için de kentlere göç hızlanmıştır. Fakat bekledikleri gibi bir çevre bulamayan köylülerde uyum sağlayamama problemi ile karşı karşıya kalırlar.
Göç ile birlikte kentteki modern düzene ayak uyduramamakta Kutlu’nun eserlerindeki başkahramanların ortak sorunlarından biridir. İkilem içinde hayatlarını sürdürmeye çalışırken ne eski hayatlarına dönebilen ne de yaşadıkları çevreye kendilerini ait hissedebilen karakterlerin bu sebeplerden ötürü sürekli mekan değiştirdikleri görülür.
Mustafa Kutlu’nun çevre ilişkilerini incelerken kasaba veya köy çevresinden yana olduğunu görürüz. Kentsel hayata dair imgeleri para ile bağdaştırırken köyde yaşayan insanların köyde, kasabada edindikleri çevreyi, alışkanlıkları onların vazgeçilmezi olarak görür.
“Geçimi kıt dağ köyleri süratle boşalıyor , İstanbul’a yerleşenlerin zenginliği dillerde dolaşıyordu.”
Mustafa Kutlu’nun ilk hikâye kitabı “Ortadaki Adam” 1970 yılında basılmış yine işsizlik olaylarından ötürü insanların köy hayatını bırakıp kente gelmeleri, göçler arasında yaşanan zorluklardan insanları nasıl bir hâle getirdiğini anlatmıştır.
“İstasyonlar birer kapalı kutudur. İçlerinde çok şey vardır bilinmez. Orada herkes bir şeyler bırakır gider . Orada bir devir kapanır, bir devir açılır habersiz… Her tren hasretler, arzular yüklenir gider. Başka diyarlardan biraz sevinç, biraz aydınlık alır gider. Yığın, yığın duygular sıralanır, birikir. Üzerinden geçip giden zaman ancak istasyonlarda durur. Bir saatlik telâki yapar...”
Mustafa Kutlu’nun göçe bu kadar önem vermesi ve çok kez hikâyelerinde bu konuyu işlemesinin cevabı belki de bir mülakatta kendisinin söylediği sözlerde saklı olabilir.
Mustafa Kutlu tren istasyonlarını sadece göç değil hayal kırıklıklarını, ayrılığı, kavuşmayı özlemi ve gurbeti çağrıştıran, köpeği ile birlikte de çocukluğunu geçirdiği kendisine bu hikâyeleri yazdıran en göze görünür unsur olarak anlatır.
Sonuç olarak hikâyelerinde göç konusunu gerek köyden kente gerekse küçük şehirlerden büyük şehirlere olmak üzere akıcı üslubu ve sıra dışı tasvirleriyle yazdığı bu konu sürekliliğini devam ettirecektir.