Advert

Mitolojide At ve Türkler...

Yazan: Baki Kaymaz -MİTOLOJİDE AT VE TÜRKLER....

İNCELEME - ARAŞTIRMA - 28-01-2023 15:48 1802 kez okundu.

Mitolojide At ve Türkler...
Advert

MİTOLOJİDE AT VE TÜRKLER....

At; Türk, Moğol ve Altay halk kültüründe, halk inancında ve mitolojilerinde kutlu hayvandır. Yunt (Yont, Yond) veya Yabu (Yabı, Yabak, Yafak) ya da Yılkı (Cılkı) olarak söylendiği Türk dilleri de vardır. Moğollar Adu (Aduğ, Adagu) veya Mor (Morın) derler. Toynaklı, dört ayaklı, memeli yük hayvanıdır.
At, Türklerde çok büyük önemi bulunan bir canlıdır.

Efsane ve masallarda sahipleriyle birlikte silkinip daz (kel) bir ata dönüşen atlar bulunur. Böylece bir anda güçleri artar. Konuşabilen, uçabilen atlar vardır masallarda. Köroğlu'nun "Kıratı" vardır ve sudan çıkıp gelmiştir. Battal Gazinin atının adı Aşkar’dır. Kırk gün güneş görmeyen bir ahırda ıslah edilmiştir. Manas destanında 200 kadar at adı yer alır. Burada yalnızca Türk destanları içinde en çok tanınan birkaç atın adına verilecektir. En bilinen ve dikkat çekici atlar şunlardır.
Şubar: Alpamış Han’ın atıdır.
Akkula: Manas Han’ın atıdır.
Burul: Koblandı Han’ın atının adıdır.
Çalkuyruk: Töştük Han’ın atıdır.
Akbut: Ural Han’ın atının adıdır.
Atın rüzgardan yaratıldığına inanılır. Böylece rüzgarın gücü ve hızı ata geçmiştir. Ev yapılırken en büyük direğe veya çadırın orta direğine at kanı veya at sütü sürülür. Dağ, orman ve ateş ruhlarına dua edilirken kırmızı at yelesi kullanılır. İyi at, uçan kuşa yetişir, hiç yorulmaz, düşmanı hisseder, sahibini önceden uyarır, kahramanın durumunu anlar, rengini değiştirir, ölen kahramanı bırakmaz vatanına geri götürür, yaralı sahibini iyi birisinin yanına yetiştirir.

Demirkazığa (kutup yıldızına) bağlı olan Akboz At ve Gökboz At bu kazığın etrafında döner dururlar. Başkurt destanlarında Buzat (Boz At) ve Sarat (Sarı At) olarak yer alırlar. Balkarlara göre ise adları Doru Aygır ve Saru Aygur şeklindedir. At olan eve şeytan girmeyeceğine, nefesinin cinleri kovduğuna inanılır. Türklerde at ile ilgili yüzlerce kelime vardır. Aygır: Erkek At, Kısrak: Dişi At demektir. Argumak, Yabu, Kulan, Tarpan gibi yabani türleri vardır. Atın kuyruğunu, kadının saçını, erkeğin bıyığını kesmesi yas işaretidir. Ve bunlara izinsiz dokunulması ya da kesilmesi de hakarettir. Evin en büyük orta direklerine at kanı, at yağı veya at sütü sürülür. Kam ateşin önünde ayin yaparken Ak At Derisi üzerinde dua eder ve yerin, dağın, ormanın ruhlarına yakarırken Kımız saçıp At Yelesi sallar. Bazı yörelerde masaların ayakları at toynağı şeklinde yontulur. Altaylarda 1900’lü yılların başında dahi ölüler atlarıyla birlikte gömülmekteydi. Rüyada kuyruğu kesik at görmek ölüm haberidir, gören kişi ölecek demektir. Atlar, ruhları öbür dünyaya taşır. Karakalpak’lar tabuta Ağaçat derler.

Şeytanların atları üç ayaklıdır. Kutlu atlar Güneş diyarından gelirler. Dağdan çıkma ise sudan çıkma kadar yaygın olmasa da farklı bir özelliktir. Muhammed miraca çıkarken Burak adı verilen bir binek hayvanı kullanmıştır ve bu binek Türklerce daima at olarak tasavvur edilmiştir. Burak kelimesi Arapça berk (şimşek) kökünden türemiş bir kelimedir ve hızlılığı, ışığı ifade eder. Türklere göre atlar güneşten yeryüzüne inmiş varlıklardır. Köroğlu"nun atı Deniz Aygırı ve Çöl Kısrak'ının birleşmesinden türemiştir. Bu dünyaya ait atlarla öte dünyaya ait atların birleşmesinden doğan taylar çirkin olur ama sonradan değişirler. Türklerde ve Moğollarda insanın düşünce gücü bir taya benzetilir ve adına "Buyan" denilir. At Türkler ve Moğollarla özdeşleşmiş bir canlıdır. Türkler atlara renklerine göre isimler verirler: Akat, Buzat, Kırat, Alat, Sarat, Karat, Dorat… Kara At’ın yeraltına giderken, Ak At’ın ise gökyüzüne giderken kullanılacağına inanılır ve bu nedenle yeraltı Tanrısına Kara At, gökyüzü Tanrısına Ak At kurban edilir. Ayrıca söylencelerde adı geçen sıra dışı at türleri şunlardır:
Yılmaya: Kanatlı At
Tulpar: Uçan At
Kilin: Boynuzlu At
Ciren: Konuşan At. Kayçı Ceren ve Kamçı Ceren en iyi bilinen iki tanesidir.
Burşun: İkiz Atlar. Ak Burşun ve Kök Burşun. Uçabilirler.
Sudan Çıkma[değiştir | kaynağı değiştir]
Kendisi veya atası sudan(gölden) çıkıp gelen (sudan doğan) bir atın / hayvanın olağandışılığı. Böylesi bir canlı sıradışı ve olağanüstü niteliklere sahiptir. Örneğin Köroğlu’nun atı sudan çıkmadır. Bazen sudan çıkmanın yansıması (soyun diğer tarafı) Çölden Gelme olarak ifade edilir.

Çölden Gelme
Kendisi veya atası çölden çıkıp gelen (ateşten doğan) bir atın/hayvanın sıradışılığı. Böylesi bir canlı sıradışı ve olağanüstü niteliklere sahiptir. Örneğin Köroğlu’nun atı böyledir. Bazen yansıması (soyun diğer tarafı) Sudan Çıkma olarak ifade edilir. Çöl ateşi simgeler. Dayanıklılığın sınandığı yerler olarak görülür. Evliyaların çöllerde gezdiği de anlatılır.

Akkula
Manas Han’ın atıdır. Sıra dışı özellikleri vardır, çok görkemli ve zekidir. Sahibine sadıktır, savaşlarda onunla birlikte düşmana anlayarak ve isteyerek saldırır. Kula gövdesi koyu sarı, kuyruğu, bacak kılları ve yelesi kara olan at demektir. Bu sözcük köken olarak anlamak ve yukarı sıçramak anlamlarını da taşır.

Şubar
Alpamış Han’ın atıdır. Bayşubar veya Kökşubar ya da Çubar olarak da bilinir. Sıradışı özellikleri vardır. Türk söylencelerindeki olağanüstü atların özelliklerinin tamamını taşır. Uçabilir, konuşur, sahibini önceden uyarır, yaralıyken yalnız bırakmaz, bir aylık yolu bir günde gider, sahibinin ne durumda olduğunu hissederek ona göre davranır. Altın yeleli, gümüş üzengili, kuyruğu dokuz örgülü, dokuz kolanlı olarak betimlenir. Atası sudan çıkmadır. Çok renkli. Üstünde küçük lekecikler şeklinde yuvarlak noktalar bulunan eşyaya, hayvana "çubar" denir. Çilli insanlara şaka olsun diye söylenir. Şubar sözcüğü hızlı gitmek anlamı içerir. Çapmak (hızlı gitmek, at sürmek) fiili ile aynı kökten gelir. Türkçe Çubar, Moğolca Çabdar, Buryatça Sabıdar sözcüğü boz renk ifade eder.

Cıda (Cirit)
Cıda, Türk kültüründe kutlu sayılan bir oyundur. At üzerinde koşturularak, ucu sivri değneklerin fırlatılmasıyla oynamır. Atsız olarak oynanan ve en uzak mesafeye ulaştırmak için atılan biçimi ise daha çok çağdaş sporlar arasında yer alır. Daha sonraları Arapça Cirit ve Farsça Çevgen/Çavgan sözcükleri ile karşılanmıştır. Aslında bu iki sözcüğün de aslında Türkçe olma ihtimali yüksektir. Çevgen veya Çavgan sözcüğü Çevmek/Çavmak/Çapmak fiilleri ile bağlantılıdır. Çünkü bu oyun Türklerden komşu kültürlere geçmiştir, dolayısıyla isimlerin, hele de Türkçe köklere uyumlu sözcüklerin başka bir dilden alınmış olması pek mantıklı görünmemektedir. Cirit Oyunu'nda iki takım bulunur.

Bu takımlar geniş bir alanın iki ucunda karşılıklı olarak beşer, altışar veya yedişer kişi olarak dizilirler. Sağ ellerine atacakları ilk ciriti, diğer ellerine de yedek ve kamçı alırlar. İki tarafın birinden bir atlı çıkıp, karşı dizinin önüne yaklaşır. Karşı takım oyuncularından birine elindeki ciriti savurur, sonra geri döner. Karşı tarafın oyuncusu onu takip eder ve elindeki ciriti geri dönüp kaçan atlıya fırlatır.

Bu kez ilk oyuncunun çıktığı sıradan diğer bir ciritçi onu karşılar. Bu kez diğeri yerini almak için geri dönmeye çalışır. "Cıda" sözcüğü, Moğolca kökenlidir. Çit ve Çıta kelimeleri ile aynı kökten gelir.

Yahya Kemal, akıncıların hatıralarıyla doludur. Duygunun en derini yüklü. Yanından bir türlü ayırmaya kıyamadığı atını cennete beraber girerken düşünüyor. Eee kolay mı? Bir ömür beraber geçmiş. “En son koşumuzdur bu asırlarca bilinsin” diyecek ve atını alıp dünyaya veda edecek.
“Bizdik o hücumun bütün aşkıyla kanatlı;
Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.
Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,
Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle!”

Bayrak şairi Arif Nihat Asya’nın “Destan” şiiri, aşığın dilinden sazının tellerine dökülmüş gibi ahenkli bir ses gelir kulağınıza:
“O zafer getiren atlıların
Nalları altındanmış;
Gidişleri akına,
Gelişleri akındanmış.
”Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
Koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!”

Fazıl Hüsnü Dağlarca, kır atın ağzından türküsünü yazacak. Belki kendini anlatıyor belki de bir atı. Sonunda anlatılan bir hayat. Gönül kırıntıları, sonsuz bir sevdanın türküsü.
Büyüdüm Konya ovalarında,
Haylaz.
Erkence çifte koşuldum,
Tez yaşta indim şehre
Etmedim kimseye naz.”

Şiir var okurken su sesi duyarsın, şiir var sabah yeli gibi eser, bazen de dudaklardan tane tane dökülür. Şiirde taşlı yollarda giden araba tıkırtılarını duyduğun gibi atların ayak seslerini de işitirsin. Faruk Nafiz Çamlıbel, bir şiir ustası. Sesler oturmuş yerli yerine. “Ne zaman tükenecek bu yollar, arabacı?” derken gözleri yumuk Anadolu’nun yollarını hayal etmekte var, “Ben ömrümü harcadım bu yollar tükenmedi...”
“Atları hızlı sür ki köye pek geç varmasın,
Nişanlımın gözleri yollarda kararmasın...”

Enis Behiç Koryürek, “Kabardıkça atların yeleleri” diyerek bize tarihi hatırlatıyor. Mısralarda, savaş meydanlarında atların kişnemesi ile yiğitlerin nâralarını duyar gibi oluyoruz:
“İşte biz ki, tâ ezelden beri atlıyız.
Asırların göklerinde biz kanatlıyız.
Kanımızın ateşinde şimşek yarattık;
Bu şimşekle küheylana bir kırbaç attık.”

Dokuz yaşında ata bindim ve yalan olmasın, bir daha inmedim. Her binişimde büyüdüm ve her inişimde küçüldüm. Necip Fazıl Kısakürek, Şairler sultanı, sanatçı, ustaların ustası... Bir at hastası!.. Bütün kartları at üstüne, desem kızar mı acaba?.. “Benim gözümde” diye söze başlarsa inanma, beynine işlemiş at düşüncesi:
“Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur,
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...

Türk'ün destanını yazan şair Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Türk Milleti'yle birlikte atı da destanlaştırdı. Neredeyse atın ayak seslerinin hissedilmediği şiiri yok. Şiirlerinde binlerce yıllık hatıra vardı. Su gibi akıp giden hayat, kat kat tarih yazılmıştı. İnsanı at ile aynı boydan görmüştü.
“At üstünde doğup
At üstünde ölürlerdi.
Şölene, toya, düğüne
At üstünde gelirlerdi.
Altınla atı yan yana görseler,
Atı alırlardı.
Azıklarını atlarına yedirir,
Kendileri aç kalırlardı.
Vatan gibi, bayrak gibi...
Pusat gibi, avrat gibi...
Atı kutsal bilirlerdi!”

Bahattin Karakoç şiirlerinde Kırım atlılarını arıyor:
“Bir yara nükseder Tuna boyunda çıra çıra
Güneş'in doğuşundan batışına dek takip ederim
Rastlayamam Kırım atlarına.”

İşte atından ayrılmayı düşünmeyen bir şair. At mı kaldı şair. Sen artık şehirlisin. Ne mutlu sana ki, bunları hayal edebiliyorsun tam bin yıl öncesini.

Dilerim dediklerin gerçek olur; cennete doludizgin atlarımızla gireriz. Gültekin Samanoğlu şiirinde:
“Binler, yanında gazi; binler, ardında şehit;
Önünde yüz yıllara, bin yıllara değil ki
Mahşer’e, at koşturan dini – bütün bir millet
Ki ömrü at sırtında, çadır altında uzar;
Bunlar: Ova taşları, Tanrıdağı’nda belki.”

Atlılar!.. Kızıl ufuklarda küçük atlar üzerinde uzun saçlı insanlar. Bin yıllardır bu böyle. Dağ dağ, yayla yayla gezip durmuş. Bazen bir göze başında bazen bir çınar gölgesinde mola vermiş. Ata binince dinlenmiş, attan inince yorulmuş. Türk tarihinde bir vücut iki baş olmuş; biri ata ait biri de insana...
Gürbüz Azak, yıllarca içinde duygularını saklamış; belki bitmeyen bir hasreti sonunda dışa vurmuş:
“Tığ gibi delikanlılar, en bayraklı atlılar
Altın ümitlerle yanıbaşımdan
Doludizgin geçerken ölmeliyim.”

“Karanlık kuşanır pusatlarını / Titretir bozkırların başıboş atlarını.” Ya da “Varıp yoldaş oldum Akalteke atlarına.” derken Dilâver Cebeci, atların menşeine doğru bir yolculuk başlatıyor. “Çığlıklar duyuluyormuş o güzel atların gittiği yerden.” Dönmedi onlardan hiçbiri geriye... Ya gelişleri şair ya gelişleri?..
“Bizde makbul olur gülün koncası,
At ile yiğidin beli incesi...
Uzatsa elini aslan pençesi;
El-ense çekende Hamza karışlım.”
Dilaver Cebeci’nin şu mısraları hüzün dolu:
“Bir sarı kurşun geçse aklınızdan,
Benim de gözlerimden atlar geçer dörtnala.
Atlar... Asya’lı atlar... Ak nişanlı atlar...
Süvârileri bulanmış kana.”

At, yiğidini de kendi gibi ister. Derler ya: “Anca beraber, kanca beraber” işte ele... Olcay Yazıcı, atın ruhunu süzüp mısralara yerleştirmiş. “Dizginlenmez atlarla geldi şiir” derken Türk’ün ata olan aşkını dile getiriyordu:
“Tılsımlı yazımıza kılıçlardan kan atlar
Hoyrat süvarisine gücenip gitti atlar!”

Dündar Akünal’ın şu mısraları insana sonsuz bir zevk veriyor:
“Hey! Bizdik o erler ki, ufuklar boyu hızla;
Beş kıtaya nam saldık o gün atlarımızla!
Bizler ki, alev nallı uçan atlarımızla,
Tarihe gömüldük yaşıyor adlarımızla.”

Eğer at olmasaydı belki de bu tarih yazılamayacaktı. Tarih sahnesinden atları bir an çıkarsak, ne kalır acaba geride? Yunan’ın günahkâr tanrılarından başka birde bir sürü içi boş efsane, yalan ve yanlış... Hâlâ gözü dağların başında dolaşan yarı yabanı at Türk insanıyla medeniyete kapı açarken binlerce yıllık tarihine silinmez hatıralar bırakmıştır. Bir gün alıp başını gidecek mi dersiniz?.. Neden hep gözü bozkırlarda, yüksek dağlarda, sonsuz ufuklarda!..

Türk, gözünü açıp atları görmüş, hayalini at ile kurmuş. At ondan biri, ata sevdalı, at da ona!..
İşte şair, aklına yıldız gelmiş dolanırken sessiz sessiz bir an gönlüne at düşmüş. Asya’nın steplerini mi yoksa Anadolu’nun bozkırlarını mı hatırladı birden bire bilmem ki! Yahya Akengin bunlardan biri.

Şiirde at fülu bir manzara. Bir türlü at düşüncesini aklından silip atamamış. Kültürü, terbiyesi yerinde. Sanki sesini yükseltse başkasını incitecek. Ne şehirli olabilmiş ne de tam olarak köyde kalmış. Onun da kaderi, şiiri gurbet ellerde yüreğinde yoğurmuş. Sessiz bir gecede rüzgâr fısıltısı gibi geliyor şiir, ahenkli ve nazlı nazlı bir at görse bir bozkırda gezerken, hatıraları canlanıyor gözlerinin önünde:
“Yıldız deseler bir yerlerde gelişi güzel,
Yıldızları dolar içime bütün göklerin
Gezinen bir tay görsem bozkırda tembel tembel,
Kervanlar geçer ufkumdan, özlemleri derin.”

Akengin, şiirinde acaba kıratla ilgili bir efsaneyi mi hatırlatıyor bizlere? Şair, yine gurbet mi? Cepheden cepheye koşan bu yiğitler ne zaman dönecekler sılaya? Kimi Balkanlara kimi Kafkaslara kimi de Arap çöllerine gittiler. Çoğu sılasına ulaşamadı, bir ses kaldı arkalarında:
“Oğuz yiğitleriydiler, on beş bini atlı,
Asya içlerinden Hazar boylarından,
Sürüp gelmişlerdi birbirinden süratlı,
Her birinin yüreğinde bir destan.”

Bu günlerde Türk Milleti'nin kendi vatan toprakları üstünde karabulutlar dolaşsa da, Faruk Nafiz'in ''AT''şiirinde haykırdığı gibi şaha kalkacak çok yakında...

Bin gemle bağlanan yağız at şaha kalkıyor
Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor
Son macerayı dinlememiş varsa anlatın;
Ram etmek isteyenler o mağrur, asil atın
Beyhudedir, her uzvuna bir halka bulsa da;
Boştur, köpüklü ağzına gemler vurulsa da...
Coştukça böyle sel gibi bağrında hisleri
Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!
Son şanlı mâcerâsını tarihe anlatın:
"Zincir içinde bağlı duran kahraman atın
Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor
Asrın baş eğdi sandığı at şâha kalkıyor!.."

Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Pir Sultan Abdal'ın Şiirlerinde Telmih Sanatı / Recai Kapusuzoğlu

Pir Sultan Abdal'ın Şiirlerinde Telmih Sanatı / Recai Kapusuzoğlu

11-02-2024 - İNCELEME - ARAŞTIRMA

Uygarlık - Ulus - Tarih 1 / Orhan Sarı

Uygarlık - Ulus - Tarih 1 / Orhan Sarı

03-02-2024 - İNCELEME - ARAŞTIRMA