Advert

Kestane / Fahri Alpyürür - Truva Edebiyat Dergisi Geleneksel 6. Öykü Yarışma Üçüncüsü

Yazan: Fahri Alpyürür -KESTANE / TRUVA EDEBİYAT DERGİSİ GELENEKSEL 6. ÖYKÜ YARIŞMA ÜÇÜNCÜSÜ

ÖYKÜ YARIŞMASI - 07-07-2023 23:28 1185 kez okundu.

Kestane / Fahri Alpyürür - Truva Edebiyat Dergisi Geleneksel 6. Öykü Yarışma Üçüncüsü
Advert

KESTANE / TRUVA EDEBİYAT DERGİSİ GELENEKSEL 6. ÖYKÜ YARIŞMA ÜÇÜNCÜS

Babam Galatasaraylıdır. Ama televizyonumuzda maçları gösteren kanal olmadığından onları eski, çift hoparlörlü, siyah radyomuzdan dinleriz. Her şeyi duyarız.

Tribünleri, hakemin çaldığı faul düdüklerini, futbolcuların bağrışmalarını, tezahüratları ve gol olunca çıkan o uğultuyu duyar, hayal ederiz babamla. Top, Ergün’ün ayağındayken onun etrafındakileri düşünür, kime pas vereceğini tahmin etmeye çalışırız. Son çizgiye kadar inen topçular hep heyecanlandırır bizi. Hele ki topun direğe çarpma sesi… Çat! Bu kadar keyif veren başka bir ses duymamışızdır.

Bazen “Neden maçları televizyondan güzelce izleyemiyoruz.” diye sorarım babama. “Anten mi çekmiyor?” derim. Başını iki yana sallayıp sigarasından derin bir nefes aldıktan sonra; “Hayır.” der, “Para babası yayıncı kuruluş ve endüstriyel futbol yüzünden oğlum.” Anlamam dediklerini ama cümle içinde kullandığı farklı kelimeleri duyunca, hak veririm.

Annem Beşiktaşlıdır. Fakat yalnızca bizi sinirlendirmek için yapar bunu. Biliriz aslında futbolla bir ilgisi olmadığını. Atılan gollere sevinmez. “Beşiktaş ne zaman şampiyon olacak?” diye sorar sürekli. Bazen spor haberlerinden kulağına çalınan şeyleri söyler konuya dahil olmak için. “Bir gün biz de yeneceğiz.” der, “Şifo Mehmet sakatmış, hele o bir iyileşsin.” “Şifo’nun bu sene futbolu bıraktığını” söyleyip annemin bu mazeretinin “geçersizliğini” açığa çıkarmayız babamla.

Bir gün bana neden Galatasaraylı olduğumu sordu annem. Hiç düşünmeden; “Babam sayesinde,” dedim. “Çünkü her çocuk, babasının tuttuğu takımı tutar.” Güldü. “Aman ne marifet.” dedi, “Sanki kazandıklarından size pay veriyorlar.” Sonra sobanın ortasına koyduğu ıslak odunun etrafına bez parçaları doldurup gazeteyle tutuşturdu. Evin ışıklarını geç açtığımız için akşam karanlığında, sobadaki ateşin duvarlara yansıttığı ışıkta oturduk bir süre. Annem çekirdek çitledi, önündeki dikiş nakış dergisini okurken. Bense ellerimi başımın arkasında birleştirip uzandım koltuğa. Sobanın üzerindeki aralıktan tavana vuran yansımaları bir şeylere benzetmeye çalıştım, hayvanlara mesela. Kabarık yeleli bir aslan keşfettim. Sonra sobanın dikkatimi dağıtan çıtırtıları eşliğinde düşündüm; “Babam.” dedim kendi kendime “Keşke gelirken kestane getirse!”

O akşam eve çok geç geldi babam. Ben yemeğimi çoktan yemiş, meyve suyu içiyordum bulmaca çözerken. Yüzü simsiyah kesilmişti babamın. Epeyce sonra öğrendim, insan çok üzülünce böyle olurmuş yüzü. “Battık.” dedi anneme. “Dün akşam devalüasyon olmuş, dükkânın borcu dörde katlandı bir gecede! Ne kadar kumaş aldıysak geri gönderdik.” Bu sefer babamın kullandığı farklı kelimelerin “hak verilecek” türden değil “üzülecek” türden olduğunu hissetmiştim. Annem hiçbir şey söylemedi, babam yemek istemeyince mutfağa gidip çay koydu.

Babamla konuşamadım. Soru sormaya nereden başlayacağımı bilmiyordum çünkü. “Şu devalüasyon neymiş, ansiklopediden bakayım.” dedim kendi kendime ancak çok arasam da ansiklopedinin D cildini bulamadım.

Babam bir hafta evden çıkmadı. Hep sigara içti pencerenin önünde. Galatasaray’ın bu haftaki maçından haberi bile yoktu. Televizyonu kapatmıyordu. Haberler bir kanalda bitince hemen diğerini açıyordu. Artık sabahları sevdiğim çizgi filmleri izleyemesem de bir şey diyemiyordum. Evde durum böyleyken “sokağa çıkmak” en iyisiydi. Belki biraz top oynarım diye düşündüm. Ama ortalıkta kimsecikler yoktu.

Bahçede oturdum. Birkaç çocuğun daha sokağa çıkmasını bekledim. Hele bir de içlerinden biri top getirdi mi, keyfimize diyecek olmazdı. Biraz sonra adımla seslendi biri. Dönüp baktım. Tolga, üzerindeki mavi önlüğü ve kolunun altına sıkıştırdığı topla bana doğru yürüyor, bir yandan da yakalığını açıp terini siliyordu. Mahallede üzerine topçu yoktu Tolga’nın. Gelip yanıma oturdu.
“Ne yapıyorsun burada?” dedi.
“Hiç.” dedim. “Oturuyorum öyle. Top oynamaya çıktım ama kimse yok.”
“Okulda oğlum herkes! Gel paslaşalım biz, birileri gelince de maç kurarız.”
Ben okula gitmiyordum henüz, Tolga ise bu sene ikiye geçmişti. Paslaşmaya başladık.
“Sen pek dışarı çıkmazdın.” dedi. 
Sağıma doğru attı topu, kontrol edip kafamı kaldırdım.
“Babam evde televizyon izliyor, o yüzden çıktım.” dedim.
Havadan attığım topu göğsüyle yumuşatıp önüne indirdi. Durdu.
“Seninki de mi?” dedi. Topu atmadı.
“Evet.” dedim soru soran bir sesle.
“Ne oldu bunlara?” dedi, “Benimki de evde.”
“Bilmem!”
“Aslında ben sanki biliyorum. Develi meveli bir şeyler olmuş, ondan işe gitmiyor.”
“Eee, Neymiş ki o?”
“İyi bir şey değil işte, çünkü annem dün Fatma Teyze’ye ‘İşten çıktı.’ dedi. Ben de sordum babama, bana da ‘İzin aldım.’ dedi. Bir şey anlamadım.”
Omuzlarımı silkip dudaklarımı büktüm. “Bilmem ki!” demekti bu, yeni öğrenmiştim.
Tam o esnada sokağın başından dört çocuk daha göründü. Tolga takımları seçti, beni de kendi takımına aldı. Minarenin ışıkları yanıp da akşam ezanı okunmaya başladığında 4-2 önde olduğumuz için bu skorla yenmiş sayıldık. Eve geldim. Soba çıtırdayarak yanıyordu yine. Annem mutfakta, babamsa bıraktığım gibi televizyon önündeydi.

O akşam bütün televizyon kanallarında aynı haberden farklı görüntüler dönüp duruyordu. “Bir türlü baştan sona izleyemedik şunu.” diyordu babam kendi kendine. Sonunda kanallardan birinde durdu. Birden hızla yerinden doğrulup anneme seslendi:
“Koş, çıktı!”
Merak ettiğim için ben de dikkatle izlemeye başladım. Bir adam, elindeki kocaman makineyi hırsla yere atıyordu. Makinenin paramparça olmuş görüntüsü defalarca gösterilirken adam hırsla bağırıyordu. Adamın birkaç adım ötesindeki takım elbiseliler, şaşkın bakışlarla arabalarına biniyordu.

Polislerse adamı susturmaya çalışıyordu. Adam nefesi yettiğince bağırmaya devam ediyordu.
“Sayın Başbakanım, ben bir esnafım!”
Televizyon bu cümleyi başa sardıkça babam her seferinde; “Helal olsun be!” diyordu sevinçle.
Sonradan öğrendim bu makinenin adının “yazar kasa” olduğunu. Ekrandaki görüntüler tekrarlandıkça gözlerinin içi gülüyordu babamın. Bir süre sonra annem de “Oh olsun!” diyerek babamın mutluluğuna katıldı.
 “Sayın Başbakanım, ben bir esnafım!”
“Helal olsun sana be!”
“Başbakanlık bugün bir eyleme sahne oldu.”
“İşte bu kadar ya!”
“Eylemci gözaltına alındı.”
“Helal olsun!”
“Eylemcinin, iflas eden bir esnaf olduğu öğrenildi. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.”
“Bundan sonra fazla duramaz, düşer bu hükümet!”

Birilerinin düşecek olması babamı keyiflendirmişken onunla konuşmaya karar verdim. “Baba.” diye söze girdiğim esnada telefon çaldı. Benim sözüm yarım kaldı. Babam önce telefonu açtı. Karşıdakinin sesini alamadığı için telefonun antenini sonuna kadar yukarı çekti. Bir süre konuştular.
“Sağ olasın kardeşim, yarın geliyorum o zaman!”
Telefonu kapattıktan sonra neşeyle yerinden kalktı babam.
“Çayın yanına bir şeyler alıp geleyim ben.” dedi. Annem de onunla beraber dış kapıya doğru yürüdü. Orada durup konuşmaya başladılar. Kulak kabarttım nedense.
“Sana söz ettiğim arkadaş aradı.” dedi babam. “Yarın için çağırıyor, sezonluk iş ama olsun, hiç yoktan iyidir.”
“Allah’a şükür!” dedi annem gülerek.
Babam çıkarken bir şey hatırlamış gibi baktı bana. Ellerimi sobaya uzatmış duruyordum. “Sen bir şey diyordun oğlum?” dedi merak eden bir sesle.
Yaklaşıp kapıya yaslandım. 
“Baba.” dedim, “Gelirken kestane de alsana…”

Editör: Hamit Gözümoğlu 

Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Rüya Gibi / Ümmügülsüm Hasyıldırım

Rüya Gibi / Ümmügülsüm Hasyıldırım

24-04-2024 - ÖYKÜ YARIŞMASI

Truva Edebiyat Dergisi 2024 Öykü Yarışması Ödül Gecesi Yapıldı

Truva Edebiyat Dergisi 2024 Öykü Yarışması Ödül Gecesi Yapıldı

24-04-2024 - ÖYKÜ YARIŞMASI