Advert

Bir Hikayem Var / Yadigar Özyapan

Yazan: Yadigar Özyapan -BİR HİKAYEM VAR

ANI - 08-02-2024 11:11 488 kez okundu.

Bir Hikayem Var / Yadigar Özyapan
Advert

BİR HİKAYEM VAR

Mahallemiz, şimdilerde olduğu gibi çok nüfuslu bir yerleşke değildi. Çocukluğumuzda otomobil sayısı da az olduğundan, sokaklar bizim oyun alanımızdı. Öyle ki, erkek çocuklar taşlardan kurdukları kaleler arasında plastik topla maç yapar, kızlar ise asfalt yola tebeşirle kutular çizerek sek sek oynardı. Ayrıca “evcilik” biz kızların en sevdiği oyunuydu.

Kış mevsiminde dâhi, sokaklar cıvıltılarımızla dolup taşardı. Hele bir de kar yağdıysa, sokağımız cümbüş yerine dönerdi. Kar sadece boş arsalardaki tepecikleri değil asfalt yolları da beyaza bürürdü. Nerede bir eğimli yol varsa, kızaklarla o yokuşu adeta bir kayak merkezine dönüştürürdük. Bazen büyükler de katılırdı aramıza, içlerindeki çocuklarla. Belki herkesin kızağı yoktu fakat bazen tahta merdivenleri bazen de naylonları altımıza alarak kayar ve hiçbir şey eğlencemize engel olamazdı. İç kıyafetlerimize ve hatta çoraplarımıza kadar ıslansak da, bu fırsatı değerlendirir ve ardından evlerimize döndüğümüzde sıcacık çorba içerek keyifli anlar yaşardık.

Yaz mevsimi geldiğinde, hemen hemen bütün mahalle sakinleri ile birlikte geniş bir otobüs kiralayarak pikniklere giderdik. Büyüklerimiz, enfes dolmalar, köfteler ve birçok lezzetli yiyecek hazırlardı. Üstelik tüm bu yiyeceklerin yanına bir de tatlılar eklenirdi. Bizlere düşen tek şey, oyun oynamak ve bu lezzetli yiyecekleri keyifle yemekti. Bu nedenle, topumuzu ve iplerimizi hazırlamaktan başka hiçbir düşüncemiz olmazdı. Sevgiyle dolu kalplerimizle geçirdiğimiz bu zamanlar ise unutulmaz anılar olarak hafızamızda yer edinirdi.

Arkadaşlarım kadar mahallemizi de çok seviyordum. Apartmanımızın önünde alçak seviyeli ancak uzun bir duvar vardı. Bu duvar, çocuklar ve gençler arasında bir buluşma noktasıydı. Orada oturur, sohbet eder ve etrafımızda olup bitenleri dikkatlice gözlemleyebilirdik. Ancak, akşam saatlerinde gençler gelir ve duvarı işgal eder, bize yer bırakmazlardı. Bazen bu duvarda, abilerimiz ve ablalarımız sessizce konuşurlardı. Şimdi düşünüyorum da, ne kadar masum ve temiz sevgiler yaşanmış orada içten içe.

Bir gün Oya ile birlikteyken, acaba ne konuşuyorlar gizlice diye merak ettik ve sessizce dinlemeye karar verdik. Oyaların evinin balkonu, bahsettiğim duvarın altındaydı. Ömer ve Ali Ağabey’in yalnız oldukları bir anı fırsat bilip bir köşeye saklandık.

Ömer Ağabey; "Hadi be oğlum! Söyle işte bugün. Uzaktan bakarak olmaz ki!" diyerek Ali Ağabey’i teşvik etti.

Ali Ağabey’in yüz ifadesi hüzünlüydü. Buruk bir sesle; "Ağabey! Nasıl söylerim bunu?" dedikten sonra bir iç çekti. Ardından da; “Nermin, en yakın arkadaşımın kardeşi. Bana; ‘Nasıl arkadaşsın sen?’ dese ve kız kardeşine göz koyduğumu duysa utançtan ölürüm ben” dedi.

Ömer Ağabey ise, önce Nermin'e açılmasını ve hislerini en azından bir mektupla kendisine anlatmasını önerdi. Sonra; "Eğer Nermin de gönüllüyse, bir şekilde işler yoluna girer," dedi ve; "Eğer değilse de, yapacak bir şey yok zaten," diye ekledi.

Ali Ağabey, biraz rahatlamış göründü ancak; "Peki, o zaman… Mektubu yazayım da, nasıl vereceğim?" şeklindeki endişesini de dile getirdi.

Ömer Ağabey; “Merak etme! Bizim ufaklıklardan biriyle göndeririz," dediğinde, Ali Ağabey’in yüzünde beliren karamsarlık anında dağıldı.

Ertesi gün posta işi için seçilen o ufaklık, bendim. Görevimi layıkıyla yerine getirip mektubu Nermin Abla’ya verdim. Sonra ne mi oldu?

İkisinin de yüzlerinin güldüğü hemen anlaşılıyordu. Zira, o günden sonra gözleri bile bir başka parlıyordu. Tertemiz bir aşk yeşermişti mahallemizde. Belki bu sevgiye biz bir şekilde şahit olmuştuk fakat kim bilir bizim bilmediğimiz ne aşklara tanıktı o duvar.

Hatta, sevenin ve sevilenin birbirini bilmediği, bilemediği… Çoğu platonik yaşanan aşklarda çok nadir de olsa, kavuşanlar olurdu.

Ne olursa olsun, gündüzleri duvar bizimdi. Sabah kahvaltısını hızla bitirdikten sonra heyecanla dışarı çıkardık. Sevgili arkadaşlarımla birlikte duvarın en sevdiğimiz yerini kapardık. Bu duvar sayesinde birbirimizin her şeyini öğrenmiştik. Arkadaşım Funda, burada aşçı olmayı hayal ettiğini dile getirmişti. Sırlarımızı bile bu duvarın önünde paylaşır, her konuyu konuşurduk. Hala, dün gibi hatırlıyorum. Nermin de büyüdüğünde bir giyim dükkânı açmayı düşündüğünü aynı yerde paylaşmıştı. Ben ise, büyüyünce ne olmak istediğime dair henüz net bir fikre sahip olmadığımı düşünüyordum.

Günlerden bir gün, yine arkadaşlarımla duvarımızda toplanmış ve kaynatırken tanıdık bir ses yankılandı: "Bohçacı geldi hanım! İşte bohçacı!"

Orta yaşlarda, tombul ve neşeli bir gülümsemeyle, mahallemizin bohçacısı belirdi. Renkli elbiseleri ve şalvarıyla adeta renk şöleniydi. Hızla yanına koştuk. Diğer mahalle sakinleri de bir araya gelerek ona katıldı. Bohçacı, orada bulunanları sergilediği güzelliklerle büyülüyordu. Gösterdiği ürünlerin çoğu çeyizlikti ve biz çocuklar her defasında hayranlıkla izlerdik.

Fiyatlar uçuk olmasına rağmen mahalle kadınlarıyla bohçacı arasında içten bir pazarlık başlardı. İnatçı ve kararlı pazarlıklar sonunda yüz liralık bir ürün bile elli liraya düşerdi. Bugün de anlaşma sağlanmış, alışveriş sona ermişti.

Nihayet börekler, kekler ve çaylar eşliğinde lezzetli bir mola verildi. Tabii ki, biz de iştahla yemeğimizi yedik. Gözlerimiz ve midemiz keyiflendikten sonra tekrar duvara döndük ve yerimize oturduk. Bir süre sonra uzaktan farklı bir ses duyuldu.

Bu ses bize yabancıydı... "Kalaycı! Kalaycı geldi! Bakır kaplarınızı kalaylarız, pırıl pırıl yaparız!" şeklinde bağıran bir kadın dikkatimizi çekti.

Kalaycı nedir diye merakla birbirimize baktık. İlk başta, yaklaşmaktan çekindik ve sadece uzaktan izlemeye başladık.

Gelenlerin hepsi esmer tenliydi ve kalabalık bir gruptu. Öncelikle, apartmanlar arasındaki boş arsaya ufak bir çadır kurdular. Ateş yakarak yemek pişirmeye başladılar. Tombul bir kadın, çorba karıştırırken, bir diğeri büyük bir tencereye tavuk attı ve tenceredeki suyu kaynatmaya başladı. Tavuk pişerken bir diğer kişi de bulgur ayıklıyordu. Tavuğun enfes kokusu burnumuza geldiğinde sanki bir anda acıkmıştık. Oysa daha az önce kek ve poğaça yemiştik.

Yaşlı kadın; "Hadi, hadi! Oyalanmayın. Daha yapacak çok işimiz var," diye söylendi.

"Tamam nenem, yapıyoruz işte” dediğinde nene gülümsemeye başladı. Sonra kendisine özgü dilinde; "abe ep çenee ep çene, elinize kolunuza sağlık," dedi.

“Kalaycı” diye bağıran kadın da geldi ve biraz soluklandıktan sonra; “Çayı da koysaydınız" dedi.

Göbekli esmer adam araya girip; "Abe, sanki pikniğe geldik!" deyince hepsi bir anda kahkahalarla gülmeye başladılar.

Ardından, çadırdan uzak bir yere geçerek topladıkları küçük odunlar ve kağıt parçalarıyla yeni bir ateş yaktılar. Üstüne kömür ekleyerek, ateşi kıpkırmızı bir halde alevlendirdiler. Kömürü kor haline getirmek için körük kullandıklarını sonradan öğrendik.

Romanlar, yere serdikleri minderlerde otururken, kurdukları çadırın içinden çıkan çocukları, etraflarında neşeyle koşup oynuyorlardı.

Mahallemizin kadınları ve erkekleri, ellerinde bakır kaplarla bir araya gelmeye başladı. Ateşin başında oturan çok yaşlı bir nine ve yanında genç bir adam, işlerine ciddiyetle başladılar. Bir süre sonra, yaptıkları işlemle kararmış kaplar pırıl pırıl parlamaya başladı. O zaman öğrendik ki; buna; “kalay’ deniyordu.

Onlar, işlerini özenle yaparken, korkumuz biraz dağıldı ve onlara biraz daha yaklaştık. Yaşlı kadın, bir şeyler söylediğinde etrafındakiler hep birlikte gülmeye başladılar. Gülmeleri o kadar güzeldi ki, esmer tenlerine beyaz gülüşleri çok yakışıyordu. Hani derler ya ağız dolusu diye. İşte öyle gülüşmeler...

Hele nine gülerken ağzını kocaman açınca ancak fark edebildik iki dişi kaldığını. Ninenin gülerken yüzü aydınlandı, güzelleşti ve adeta gençleşti. Yanındaki esmer genç de güldüğünde, etraf daha aydınlık ve parlak bir hale büründü. Bir gülüş insanı bu kadar mı güzelleştirebilir, bu kadar mı yakışırdı? Bembeyaz dişler, yemyeşil gözler ve kıvır kıvır simsiyah saçlar...

Aman Allah'ım! O ergen çocuğa, büyülenmiş gibi bakıyorduk. Sanırım ilk çocukluk aşkımız, kalaycı bir roman olmuştu.

O yüzden benim için; kelimeler, cümleler bazen anlamını kaybeder, bir gülüş yeterli olur. O günden beri, insanları tanımak için gülüşlerine bakarım. Öyle bir gülmeli ki karşımdaki, yüreğini görmeliyim gülüşünde.

O delikanlıyı ve gülüşünü tekrar görebilecek miyiz diye günlerce, haftalarca bekledik fakat maalesef bir daha gelmediler. Belki de bu beklenti, henüz karar vermediğim şeyi olgunlaştıran bir etkiydi. Çocukken hep sorulur ya; “Büyüyünce ne olacaksın?" diye. İşte o günden sonra ne zaman gelse bu soru, çocuksu bir hevesle “Kalaycı olacağım,” derdim.

Aradan uzun yıllar geçti ve bizler tabii ki büyüdük. Nermin, hayalini kurduğu gibi sevimli bir butik açtı. Funda ise aşçı olmak yerine organik ürünlerle hazırladığı pastalarla farklı bir sektöre adım attı ve hala başarıyla devam ediyor.

Ben mi?

Kalaycı olmadım elbette. Fakat, bir firmada halkla ilişkiler sorumlusu olarak tam da bana uygun olan işimde, yıllarca severek çalıştım. Ancak, asıl hedefim kararmış yürekleri biraz olsun aydınlatmak oldu. Sanırım bu konuda başarılı da oldum...

Zaman zaman, tanıdığım ya da tanımadığım insanların kalplerine dokunma gücüm olduğunu fark ettim. Yaşarken amacım, ihtiyacı olanlara yardım etmek, yüreklerine dokunmak ve manevi anlamda destek olmaktı.

Çoğu zaman, farkına varmadan çevremde yardıma ihtiyacı olan insanlar belirdi ve hiç eksik olmadılar.

Yıllar sonra anladım ki, bu bana Allah'ın bir lütfu idi ve hep şükrettim. Birine yardım ederken, onun bana şifa olarak geri döndüğünü fark ettim. Bu duygu her zaman içimi iyileştirdi. İnsanlara yardımcı oldukça yüreğim de, giderek genişledi.

Advert
Neler Söylendi?

Mehmet Emin Turgut

Gayet güzel bir öyküydü . Daha doğrusu birden fazla öykü iç içeydi. Geçmişteki insani ve ahlaki değerler ön plana çıkarılmış. Dayanışma ve yardımseverliğin getirdiği huzura vurgu yapılmış. Aşkın büyüsü işlenmiş . Kutluyorum yazarımı. 2 ay önce
DİĞER HABERLER
Unutulmaz Anılar / Nevin Bahtışen

Unutulmaz Anılar / Nevin Bahtışen

06-05-2024 - ANI

Sarılarda Çocukluk Yıllarım / Mehmet Küçük

Sarılarda Çocukluk Yıllarım / Mehmet Küçük

06-05-2024 - ANI