Advert
https://www.truvaedebiyatdergisi.com/files/uploads/user/0ef0b676bebbcf5046104c27c642c95c-c1a476c624d95c6a280d.jpg
Mine Çağlıyan
Advert

ÇALAKALEM YAZILAR 6 / Sevgi manipülatörleri, Tanrıçalar ve Tanrılar, Kurtlarla koşamayan kadınlar

28-08-2022 01:11 1143 kez okundu.

Bu bir hikaye olabilirdi. Söylenecek sözlerin çokluğunu ya da kimin kime ne söyleyeceğini, Tanrıçaları ve Tanrıları bu konuya alet edip edemeyeceğimi, bu kurguya kaç karakter gerekeceğini düşünürken kaybolunca vazgeçtim.

Akış kalemi elime aldırdığında hiçbir zaman bir öncekine benzer bir versiyon yaşamıyorum.

Özellikle konu bu kadar yoğun olduğunda. Bazen bir kelimeyle başlayıp hızla akıyorum, kalemin hızından elim acıyor bu durumda ama geriye yalnızca hikayeyi bilgisayara aktarmak ve detaylarla süslemek kalıyor. Bazense bir başlık ve birkaç satır yazıp duruyorum. Birkaç gün geçiyor, başka bir başlık, birkaç satır daha… Sonra yine başka bir gün bir şeyler daha karalıyorum. Bunalıyorum, bir şey demek istiyorum ama ne?

Bu bunalım, sonunda bir gün hepsinin birbiriyle bağlantılı olduğunu anlayana kadar devam ediyor. Aslında tüm bu süreçte, uyurken, okurken ya da bir film izlerken zihnim bu karmakarışık durumdaki karalamaları birleştiriyor. Ve sonunda yine kalemi elime alıyorum. Artık ne söylemek istediğimi biliyorum…

Bugün anlatacaklarım için de aynen böyle bir süreç yaşadım ve tek bir başlığın yetmeyeceğini yeniden yazmaya başladığım anda anladım. Fazla uzatmadan konuya giriyorum; olay bir restoranın kadınlar tuvaletinde geçen şöyle bir diyalogla başlıyor:

“ Bana yemek ısmarladı diye onunla yatmak zorunda mıyım?”
“ Tabii ki kızım, salak mısın sen? Eğer sen yapmazsan hemen bu gece başkasını bulur. “
Bu iki genç kız tek başlarına ana karakterlerimiz değiller. İkisi de, onlarla tamamen aynı ya da benzer bir durumu yaşayan dünyanın dört bir yanındaki binlerce, belki de milyonlarca kadının içinde sıradan figüranlar olmaktan öteye gidemiyorlar…
Benzer diyaloglara, restoran, bar, kulüp ve buna benzer yerlerde senelerce kulak misafiri oldum. Sonuç hiç değişmedi, soruyu soran kararsız kızın arkadaşının tepkisi bu ve buna benzer kelimelerle hep aynıydı:
“ Yapmalısın!”

Hep zor tutmuşumdur kendimi araya girmemek için, ‘Kızım kendine gel, hiçbir şey borçlu değilsin o adama!’ dememek için… Ama alacağım cevap yalnızca şu olabilirdi, bunu gözlerinden okuyordum:
“Aa sen kimsin ya? Sana ne! “
Hatta bu diyalogla süreci hızlandırırdım, kızın kararsızlığı anında yok olur ve bana ters bir bakış atıp arkadaşının koluna girerek bir çalımla tuvaleti terk ederdi. Çok saçma, değil mi?

Aslında kızın içgüdüleri bunun yanlış olduğunu biliyor, o anda adamı istemiyor, yoksa niye böyle bir soru sorsun arkadaşına. Onaylanma ve olayı normalleştirme arzusu duyuyor belki de. Peki istemediği halde neden kendisini buna mecbur hissediyor? Aptal mı? Yoksa çok mu fakir? İnanın ikisi de değil, parantez açarak maalesef bu şartlarda olan kızların da var olduğunu ve kendilerini kurtarmak için her şeyi yapmaya hazır olduklarını söylemem gerek ama benim anlattığım bu kızlar belli ki iyi aile çocukları, iyi giyimli ve dışarıdan bakıldığında aklı başında zeki izlenimi veriyorlar… Öyleyse neden? Şimdi çoğulu bırakıp tek bir genç kız üzerinden anlatacağım hikayeyi.

Bu kızın öncelikli ihtiyacı para değil, istediği çok basit gibi görünen ama bu koşullarda asla bulamayacağı bir şey; Sevmek ve sevilmek… Bildiği tek yol arkadaşlarından gördükleri, dizilerde ve filmlerde izledikleri. Çok şanslı biri değilse, sevgiyi doğal akışıyla yaşamayı ve göstermeyi başaran ayrıcalıklı bir aileye sahip değilse ki bu kızın buna sahip olmadığını biliyoruz, tek referansı bunlardır.

Ve bu referanslar çok serttir, yetersiz olmalarını bir yana bırakın acımasızdır. Kızı özünden kopardığı gibi hayatı boyunca sürüklenmesine yol açar ve kız var olabilmek, yere biraz olsun sağlam basabilmek için hile yapmayı öğrenir, sonunda da haddinden fazla hırçınlaşır. Sevgiyi ararken bulduğu korku, kaygı ve nefrettir. Hıncını kadın erkek demeden önüne çıkan herkesten çıkarmaya çalışır, oyunlar oynar, hala o olmayan sevgiyi koruduğunu sanarak kendini olmayacak durumlara sokar. Aslında tüm nefreti kendisinedir. Bunun sonucunu hepimiz biliyoruz: tıpkı ejderhalar gibi ikircikli ya da halk diliyle ‘fitne fücur’ bir varlığa dönüşür. Her şeye yüzeysel bakan ataerkil toplumlar ise derindeki asıl acısını asla göremedikleri kıza hemen damgayı basar ve bu net hükümlerini anında mühürlerler. Bu tam da istedikleri sonuçtur ve bu mührü basmaya bayılırlar. Çağlar geçer, medeniyetler gelişir, anlayışlar değişir ama bu damga baki kalır. Neden ve nasıl?

Çünkü kızın içindeki Tanrıça uyuyordur. Üç boyutlu dünyanın ve her bir bireye kodlanmış kaidelerinin içine hapsolmuştur. Kendisini dışarıdan göremez ve asıl önemlisi kendi içini göremez çünkü o artık ilk ataları gibi kurtlarla koşamıyordur. Kör, sağır ve dilsizdir, onun dışarıya akseden sesi kendi sesi değildir. Bu süreç belki yıllarca, belki de bir ömür boyu sürecektir, eğer Tanrıçaya ulaşamazsa… Hep kendinden, varlığının özünden uzakta, ışıksız… Eğer bunu çözemezse, kısa bir zamanda bu bir döngüye dönecek, defalarca tekrarlanacak… Ama eğer çözerse, kız önce kendisinde saf sevgiyi bulacak sonra saf sevgiye dönüşecek, sonra koşulsuz sevilecek…

Peki bu kadar Tanrıça nasıl olmuş da uykuya dalmış? Rehberleri de mi uyuyor, onlar neredeler? Yaratıcı güçler nereye kaybolmuş? Peki Tanrılar neredeler?

Tüm mitolojilerde, Tanrılar Tanrıçaları hor görürler, onları güvenilmez ve tahmin edilemez olarak şanlandırmaya çalışırlar ve bunu mükemmel bir şekilde başarırlar. Halbuki önceleri birlikte savaşır, birbirlerine aşık olur ve ahenk içinde yaşamaz mıydı bu aynı Tanrılar ve Tanrıçalar? Öyle ise ne oldu, nasıl bu hale geldiler? Tanrıçalar birdenbire canavarlara mı dönüştüler, yoksa bir süre sonra onların yaratıcı hayal güçlerinden korkan Tanrılar onları kıskanarak güçlerini bastırmaya mı karar verdiler? Mitolojiden çıkalım; gerçek denen dünyaya, hayata dönelim; anaerkil toplumlar nasıl ataerkil toplumlara dönüştüler diye soralım. Pagan dinlerden çıkıp tek Tanrılı dinler dönemine geçelim. Hayvanları evcilleştiren, buğdayı yetiştiren, doğaya saygılı ve her daim erkeklerin yanında savaşan, baskısızca eşitlik anlayışıyla yöneten, içindeki Tanrıçanın farkında ve onunla bir olarak yaşayan, yani kurtlarla koşan ata kadınların başlarına neler geldiğine bakalım:

Şifacılar cadı damgası yediler, avlandılar, yakalanıp yakıldılar. Diğerlerinin ellerinden kılıçları alındı, günah adı altında başları zorla öne eğdirildi, evlilik adı altında zorba adamlara satıldılar, tecavüze uğradılar, sesleri susturuldu, taşlandılar, eve kapatıldılar, çocuk doğurdular, çocukları ellerinden alındı, yaşam hakları ellerinden alındı… Nefes alamadılar… Tanrıça olduklarını unuttular…
Yaratıcı güce sahip ve eril olana göre çok daha kolay evrilebilen, uyum sağlayan kadın buna da uyum sağladı. Acı çekti ama var oldu. Ve her şeye rağmen eril olana göre bu hayatta çok daha başarılı oldu, zamanını bekledi ve sonunda çağlar sonra ufak ufak uyanmaya başladı.

Ama yetmez! Evet isyan ediyorum, çığlık çığlığa bağırıyorum beni duyun diye…Yüzlerce, binlerce yetmez, tüm Tanrıçalar uyanmalı artık. Uyananlar diğerlerinin yollarını temizlemeye ve aydınlatmaya başlamalı. Tuvaletten adamla yatmaya karar vererek çıkan kızın kalbine ulaşmalı, kendisince sevgi adına yaptığı fedakarlığın fedakarlık değil büyük bir kandırmaca olduğunu kulağına fısıldamalı… Ama en çok, sevgi manipülatörlerinin en büyük yardımcıları olan ve kendilerini Tanrıçalara düşman addeden, kurtlarla koşmamayı seçen kadınlara sesleniyorum; düşman diğer kadın ya da kadınlar değil… Düşman yatağınızdaki adam da değil belki ama eğer Tanrıçalara karşı hala onun yanındaysanız, bilin ki o sevdiğiniz ve sizi seven adam da değil. Maalesef bulunduğunuz yerde sevgiye dair en küçük bir ışık bile yok… Lütfen uyanın…

Değerli Tanrıçalar, Tanrılardan medet ummayın ama unutmayın onlar da düşmanımız değil, lakin çağlardır dünyayı onlar yönetiyor ve güç vazgeçilmesi en zor şeydir. Ama içten içe onlar bile eski ahenkli günleri özlüyorlar çünkü şu geçen çağlarda hiçbiri gerçekten mutlu olmayı beceremedi. Tanrıçalar bir uyansın, koşulsuz sevgi onların da kalplerine bir sızmaya başlasın, o zaman inanıyorum ki o ilk kıskançlık tuzağına bir daha düşmeyecekler çünkü bu çağ buna izin vermeyecek.

Bu sözler birilerini kırmak, ortalığı karıştırmak için söylenmedi. Bu sözler yalnızca kadınlara değil erkeklere de bir çağrı. Sevginin olmadığı yerde korku vardır ve sorarım hepinize; korku ilerlememizin önündeki tek engel değil midir? Biz kadınlar şu anda erkeklerden korkuyoruz! Lütfen şunu bir kez daha söylememe izin verin; tek gerçek ihtiyacımız var ki bu ihtiyacımız ortak; KOŞULSUZ SEVGİ…

Neler Söylendi?