Advert

İçimdeki Kabile Reisi / Ebru Bozcuk

Yazan: Ebru Bozcuk -İÇİMDEKİ KABİLE REİSİ

SÖYLEŞİ - 24-01-2024 20:13 330 kez okundu.

İçimdeki Kabile Reisi / Ebru Bozcuk
Advert

İÇİMDEKİ KABİLE REİSİ

Çocukken annem bana hep; "icat çıkarma" derdi... Ne yazık ki, bu uyarı hiç bir zaman işe yaramadı. Hayatım boyunca ne icatlar çıkardım bir bilseniz...

Başım ağrımadı dersem yalan olur fakat ne yapalım ben de böyleydim işte..

Bilirsiniz, çocukken oynadığımız oyunlarda herkes kendine bir rol biçer. Erkek çocukları kral, asker olurken, kızlar da prenses, kraliçe ya da anne rolüne bürünmeyi tercih eder.

Tahmin edin ben ne olurdum?

Kızılderili şef...

Beyazlara karşı mücadelenin öne çıkan kabile reisi.

Büyük ihtimalle, pazar sabahları izlediğim kovboy filmlerinin bunda etkisi vardır ki, hala Trt2 de yayınlanan bu filmleri büyük bir keyifle izliyorum.

Bir de, pek eğlenceli bulduğum reklamlar hafızamdadır. Malum tek kanallı dönemde olduğumuzdan dolayı reklamları bile kaçırmadan izlerdik.

Helezon şeklinde dönen reklam kuşağı simgesi sonrası, "Bisküvi deyince akla her an onun adı gelir. Eti eti eti..." ya da "Ho ho hooo Hoover, süpürür döver, her yeri temizleyen Hoover" veya "Yak şu kaloriferi donuyoruz, söndür şu kaloriferi pişiyoruz. Yöneticimiz uyuyor mu?" jingleları hala kulağımdadır.

Mersin'de babamın görevi dolayısıyla, çam ormanları içindeki lojmanda geçen çocukluk günlerim muhteşemdi. Tokyo terliklerle plaja koşmalar, istop oynamalar, ip atlamalar derken akşamın nasıl olduğunu hiç anlamazdık. 
Beyazlar ve kızılderililer olarak takım kurduğumuz oyunlarda, kafamıza palmiye dalları ve bir tüy takıp orman içinde koşarak akşama kadar oynayan başka bir dünyanın çocuklarıydık biz aslında...

Oturan boğa, yalnız kurt, güneşin kızı, sıçrayan at, uçan ok gibi takma adlarla kendimizi bir film platosu içinde gibi hayal ederdik. 
Şimdiki çocukların büyüme şeklini gördükçe, ne kadar şanslı olduğumu çok daha iyi anlıyorum.

Küçük bir kız olarak, okuduğum masallarda, öykülerde, izlediğim filmlerde hep savaşçı ruhlu kadınlara öykünürdüm. Onların o cesur, özgüvenli halleri bana hep çok büyüleyici gelirdi.

Mesela zihnimdeki jüriye göre ideal güzellik ünvanını kazanan Afrodit değildi. Zeka, sanat, ilham ve barış tanrıçası Athena'nın aklı Afrodit'in güzelliğini yenerdi.

Yine o yıllarda Elizabeth Taylor ve Rıchard Burton'un başrollerde oynadığı Kleopatra filminde, onu rol modelim sayıp günlerce Kleopatra gibi güçlü bir kadın edasıyla gezindiğimi itiraf etmeliyim.

Kudretli bir hükümdarın karısı olmaktansa, özgür savaşçı bir kadın olmak daha çok heyecanlandırdı beni.

Oysa düşünsenize, çocukken okuduğumuz masallarda kızlara biçilen karakterler hep uslu, söz dinleyen, razı gelen ve bir kurtarıcı bekleyen kadınlardı...

Mesela Külkedisi, mesela Pamuk prenses...

Bu masallar yıllarca üstü örtülü mesajlar üzerinden çocuk zihinlerimize şekil verdi. Hatta bir şekilde kodlarımıza işlendi.

Nasıl mı?...

Bir kere genç ve güzel olacaksın. Hizmet etmeyi, biat etmeyi bileceksin. Susacaksın, itiraz etmeyeceksin, herkesi idare edeceksin. 
Sen ne kadar genç, güzel, çalışkan olsan da kendi başına mutlu olamazsın, beceremezsin bunu.

Mutluluğun, huzurun, kurtuluşun için muhakkak bir "beyaz atlı prens" lazım ki, o adam senin kim olduğunu ancak ve ancak ayağına o ayakkabıyı giydirdikten sonra anlayacak kadar kapasitesiz bir salak olsa bile...

Sonrasında İskenderun Ziraat Bahçesinde geçen günlerimde de ağaçların tepesinde meyve toplayarak, çamurdan oyuncaklar yaparak ve yine canhıraş koşarak geçen çocukluğum devam etti. Komşumuz Emine teyzenin oğlu Uğur'u pataklamam sonucu, oğluyla beraber eve gelip beni anneme şikayet ettiğini de unutmuyorum bu arada. Karşılığında özür dilemiş ve üç gün sokağa çıkma yasağım da bonusu olmuştu tabii...

Ailecek oturduğumuz yemeklerde annemin geleneksel kodları sebebiyle, ilk servisi bize değil de babama yapmasına itiraz eden bir çocuk olarak bu asi yürüyüşüm devam etti.

Annem ise bana ince bir sitemle; "Sen çok başka bir çocuktun, çok" demeyi hiç ihmal etmedi.

Evden ilk ayrılış, üniversite yıllarım derken bankacılığa başlamakla kişisel mücadelem yine devam ediyordu.

İskenderun Egebank şubesinin sınavını kazanmama rağmen İstanbul'da yaşamayı planlayıp, işe bu şehirde başlama isteyişim annemi deliye çevirse de beni icatçı kızı olarak hep kabullendi belki de. 
E ne de olsa evlattı, atsan atılmaz satsan satılmazdı...

Bankacılık serüvenim de öyle pek sütliman gitmedi. 
Koskoca şubede bireysel müşteri portföyünü tek başına idare ederken; “Genel Müdürün bir yakını" olması sebebiyle başıma müdür olarak atanan ve her şeyden bihaber olan kadına sözde saygılarımı bildirerek istifa ettim.

Ve böylece beş yıllık kariyerimi bitirmiş ayrıca kıdem tazminatı hakkımı da yakmış oldum. Ama olsun, ben akşam yastığa kafamı rahat koyacaktım.

Bir buçuk yıllık işsizlikten sonra başka bir bankada yine iş bulacaktım fakat orada da işler pek farklı gitmeyecekti.

On yıllık bu serüvenden sonra, aşık olduğumu zannedip evlendim. İlk yıllar şahaneydi fakat sonrasında kadın role atfedilen anlamsız görevler, içimdeki kabile reisini rahatsız etmeye başlamıştı.

Benim dilim, benim duruşum başkaydı. Dayatmalara asla gelemezdim, hele ki saygısızlığa hiç...

Ve o sular da bulanmıştı artık benim için... 
Diğer kardeşlerim düzgün, dengeli, normal hayatlar kurmuşken ben hala sıra dışı olmaya, normların ötesinde olmaya velhasıl, annemin deyimiyle; “icat çıkarmaya” devam ediyordum.

Şunu çok iyi biliyordum ki, kendisi ile barışık insan hiç bir zaman yalnız kalmaz.  Çünkü önce kendisi ile dosttur. Kendi saçını okşamayı bilir, küllerinden doğar fakat asla biat etmez. Pes etmez, yola devam eder.

Bir kalesi vardır onun ve o kaleyi iç huzuruyla, taviz vermediği değerleriyle örmüştür. İşte o yüzden kimse o kaleyi yıkamayacaktır.

Elbette yere düşüp yaralanır, üzülür, ağlar fakat sığınacağı bir kalesi hep vardır. O kaleye çekilip yaralarını sarar ve iyileştiğinde bıraktığı yerden yeniden başlamayı çok güzel becerir.

Şimdilerde, belki de hayatımın en güzel dönemindeyim fakat yine anneme rağmen icat çıkarmaya devam ediyorum.

Yaşamım boyunca; "Bu da geçer, bunu da aşarım" cümlesini şiar edinmiş bir kadın olarak, aştıkça badirelerin katlanarak geldiğini de gördüm. Hatta bazen kolkola girip halay çeker gibi üstüme geldiğine de tanık oldum fakat hepsi geçti, geçiyor ve geçecek...

Ve tabii ki, kabile reisliğim de bütün ihtişamıyla devam ediyor lakin oyunun sonunda oturan boğa mı, sıçrayan at mı yoksa yalnız kurt mu olacağımı bilemiyorum.

Bakalım, yaşadıkça göreceğiz.

Ne de olsa biz, Anadolu topraklarında yaşamış, hayatın içine dişil enerjisini yayan, güçlü ve dirayetli Tanrıça Kibele’nin torunlarıyız.

O yüzden şimdilik; "sıçrayan at" olmaya ve icat çıkarmaya devam diyelim... 


 

Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Vazgeçiş / Mustafa Murat Güngör

Vazgeçiş / Mustafa Murat Güngör

05-05-2024 - SÖYLEŞİ

Karma / Muzaffer Akın

Karma / Muzaffer Akın

02-05-2024 - SÖYLEŞİ