Tavan Arasındaki Ölüm / Elmas Tunç

Yazan: Elmas Tunç -TAVAN ARASINDAKİ ÖLÜM
Advert

ÖYKÜ - 02-05-2024 15:56

TAVAN ARASINDAKİ ÖLÜM

"Bir kadını öldürmenin en kesin yolu onu anneliğinden vurmaktır. Onu iyi anne olmamakla suçlayın. Sütü az geldiği için, kilo aldığı için, çocuk hasta olduğu için kızın."

Hatice Meryem-Bir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı.

Gittiğimizde tavan arasında, betonun üstünde boylu boyunca yatıyordu otuzlu yaşlarda gösteren kadın. Etine dolguncaydı. Ölümün kendine has siyanotik (morarmış) soğuk yüzü oturmuştu simasına. Bedeni de soğumuştu ayrıca. Dudak çevresi, parmak uçları ve tırnakları da mora çalıyordu esmer teninde. Belli ki çalışmaktan ayaları nasır bağlamıştı. Gözleri, dünyadan umudunu kesmişçesine kapalıydı. Yanı başında katlanmış mavi renkli çocuk pijama takımı vardı. Kim bilir, belki de boynuna ilmeği geçirmeden önce alt katta her şeyden habersiz uyuyan yavrusunun kokusunu çekmiştir uzun uzun burnuna. Kadıncağız için artık yapılacak bir şey yoktu. Atmayan kalbinin düz çizgisini aldık. Savcıya çoktan haber verilmişti. O gelmeden olay yerinden ayrılamazdık.

Güneş, gerinerek yükselmiş, ancak tam tepeye varmamıştı henüz. Ölümün sırlı sessizliği hakimdi yeni bir günün başladığı bu evde. Belli ki ardiyelik olarak düşünülmüş bu tavan arası, bir adam boyundan yüksekti ve genişçe yapılmıştı. Aynı zamanda sağa sola hırdavat malzemeleri konulmuştu. Darağacı oluvermiş kirişler, âdeta mahcup düşmüşler gibi geliverdi oracıkta gözüme. Keşke taşımasaydık halatın ucunda sallanan boynu dercesine ağır bir hüzün kokuyordu, ecel kokuyordu içerisi. Boğazında kesilmiş bir halat, üstünde gri penye bir bluz ve aynı renkte bir eşofman vardı. Naylon terlikleri ise ayağından çıkmıştı. Kocası, eşinin başında yumruklarını sıkarak ağlıyordu.

"Neden yaptın bunu kendine, neden?" diye sesleniyordu artık onu duymayan karısına.

Düşündüm, bir insan neden bunu kendine yapar, yaşam hakkını neden kendi eliyle kendisi alır diye. Etrafa bakındım. Muhtemel cevaplar aradım. O sırada kendi annesinin üstüne doğru yürüdü adam; "Senin yüzünden!" diyerek.

Yaşlı kadın, sesini kaldırdı kısıldığı yerden; “Ben ne yaptım oğlum?" diye sordu başını yerden kaldırarak(  "Susmadın, susmadın bir türlü," sözleri yankılandı tavan arasıyla merdiven boşluğunun olduğu yerde.

Jandarma astsubayı, intihar eden kadının yanından ayrılıp ağlamaktan gözleri şişmiş ve kızarmış adamı köşeye çekti. Kemikli yüzü ve çatılmış kaşları bir beton kadar sertti; “Sen mi bir şey yaptın? Doğruyu söyle!" diyerek yükseltti sesini.

Adam omuzlarını kaldırdı; “Yok valla komutanım. Sabah işe gitmek için altı buçukta uyandım. Kahvaltıyı hazır etmesi için Gülten'e bakındım. Yatağında yoktu. Çocuğun odasındadır diye gittim kapıyı açtım, orada da yoktu. Etrafı ararken aklıma son olarak burası geldi. Belki buradadır diye bir de geldim ki ne göreyim... Aklım başımdan gitti. Belki nefes alır diye bir umut gittim, bıçak aldım, ipi kestim."

Anlatırken titriyordu. Yutkunarak devam etti; "Annem, bağırışlarıma geldi. Ambulansı aradım. Onlar da size haber etmişler. Sonrası bildiğiniz gibi işte."

Astsubay, düşünceli bir tavırla elini cebine attı. İçinden bir sigara paketi çıkardı. Bir dal adama uzattı, birini de kendi ağzına götürüp yaktı. Adam dizlerinin üstüne çöküp içine derin bir nefes çekti. Kim bilir o dumanda ne hissiyatlar gizliydi.
Havaya üfürülen dumanın peşisıra komutan, kadının kocasına bir soru daha yöneltti.

"Aranızda tartışma veya şiddetli bir kavga oldu mu?"

"Öyle aman aman bir kavga olmadı komutanım. Her evdeki gibi işte. Ben kızar, bağırır, çağırırdım ama sonra geçerdi."

Kaşlarını çatarak sorusunu yineledi.

"Doğruyu söyle bak. Ben nelerini gördüm. İnsan bunun için intihar etmez. Dövüp sövüyor muydun?"

"Biraz sinirli yapım var komutanım ama dövme sövme, şart olsun olmadı."

Astsubay, askerlerden birini el işaretiyle yanına çağırarak sordu: "Şerit çekin, kimse öte tarafa geçmesin!"

Öte taraf... Görünen şerit ve görünmez çizgiler. Upuzun bir yol gibi. Terkediş ya da vazgeçiş... Adı her neyse. Yaşamın iplerinden tutunamayanlar, artık bu dünyaya ait değildirler. Çekilen sarı şeritler de bunun göstergesi değil midir? Ölümle yaşamın arasına set çekme çabasıdır kanımca. Oysa iç içe geçmişizdir. Bizler, herbirimiz... Ne tam yaşama ait olabilmişizdir ne de ölüme. Her gün öldüğümüzü bilmeden soluk alıp vermişizdir. Belki de insan bu yüzden çıkmak istiyordur araftan. Tarafını seçiyordur bir ilmeğin ucunda. Çırpına çırpına. Gitmek kolay geliyordur kalmaktan. Sessizliği seçenlerin fırtınası çoktan kopmuştur demek ki, herkes uykudayken.

"Savcı ne zaman geliyormuş?"

Bu soruyla birlikte sıyrıldım düşüncelerimden. Göz göze geldik ekip arkadaşımla.

"Bir saate kadar gelir dediler komutanım."

"Tamam. İşinizin başına!"

Astsubay, sigarasını bitirmiş, yeniden adama dönmüştü. Savcı gelmek bilmiyor, düşüncelerim sigaranın külü gibi uzuyordu. Sebepsiz kuş uçmazken yolun yarısında insan, hangi nedenden ötürü bırakırdı ki beden denilen elbisesini? Bilhassa gönlünün meyvesinin yetiştiğini göremeden, hangi neden koparıp alırdı onu dünya sahnesinden?

"Çocuk kaç yaşında?"

"Beş yaşında komutanım. Annesine çok düşkündü. Altı sene çocuğumuz olmadı bizim. Tedavi gördük ettik. Tam ne güzel her şey yoluna giriyor derken..."

Kocası sözün burasında duraksadı.

"Niye canına kıydı bilmem. Oğlan her gece yarısı uyanır, annesini arardı. Gaflet uykusu mu artık neyse, Allah tarafından uyuyakalmışız."

Kayınvalidesi araya girdi: "Komutanım, bir gün önce bahçeyi belledik, biber ektik gülüş çığrış. İntihar edecek insan böyle eder mi? Çok şaşırdık, üzüldük. Torunum anasız kaldı."

"Gelininizin anası babası var mı?"

"Var."

"Neredeler?"

"Antalya'dalar."

"Gelip gitmez misiniz?"

"Biz işten güçten başımızı pek alamayız. İnan olsun burayı bile ne zorluklarla yaptırdık. Onlar desen senede bir gelirse gelirler."

"Alttaki dairelerde kimler kalıyor?"

"En alt dairede ben otururum. Dizilerimden inemem, çıkamam. Ortada Gültengil, onun üstünde de eltisigil otururlar."

"Torunun yatıyor mu daha?"

"Yatıyor komutanım. Anasından haberi yok. Kalksa arar şimdi."

"Derdi neydi gelininin, niye intihar etti?"

"Ortada döğüş kavga olacak bir şey de yok inan. Her evde nasılsa bizde de öyleydi."

Bu sırada bir asker, selâm verdikten sonra savcının, arabasından indiğini haber verdi.

"Hoş geldiniz sayın savcım."

Lacivert takım elbiseli kravatının ucunda ayyıldız olan kalıplı, kır saçlı, geniş yüzlü adam, olay yerine geldi. Komutan durumu anlattı. Kadının, ölüm sertliği kaplamış bedenine baktı savcı. Darp izi aradı. Daha sonra komutanla birlikte odaları gezdiler. Savcı da aileye benzer sorular yöneltti. Vakur duruşuyla aynı cevapları aldı.

Çocuk ise hâlâ uyuyordu. Rüyasında annesini gördüğünü tahayyül ettim. Uyanınca onu arayacağını fakat muhtemelen; "Bir yere gitti, gelecek" diyerek aile bireylerinin zaman kazanacaklarını, çocukcağız mızmızlanınca da; “Hastanede annen, biraz orada kalacak" diye avutacaklarını düşündüm. Ne de olsa beş yaşındaydı. Ölümü idrak etmesi zaman alırdı. Beklemeler uzayınca kavrardı insanoğlu, gidenin gelmeyeceğini. Yalanı ve güveni de işte adına "ölüm" denen şeyle tanışırken büyük bir hayalkırıklığı içinde o vakit tecrübe ederdi küçük bedenler.

Savcı, etrafı dolaşırken aynalı dolabın üstünde katlanmış bir seccade ve Kur'an buldu. Yüreğim burkuldu. Demek kadıncağız Rabbine, giderayak kim bilir ne niyazda bulunmuştu. Bu düşünceler içindeyken katlanmış bir kâğıdı okuduğunu gördüm ve biraz daha sokuldum ne yazdığını görebilmek için.

Ölümünden kimse sorumlu değilmiş. Annesigilden helâllik istemiş. Yavrusuna iyi bakılmasını, ona annesizliği hissettirmemelerini tembih etmiş. Kendi annesine de ayrıca küçük bir kâğıtta mezar taşının yanına selvi dikmelerini yazmış. Ötesini göremedim.
Onlar soruşturmasını tamamladı. Biz de görev yerimize döndük. Aklım, arabalı yatağında uyuyan çocuktaydı. Uyanmış olmalıydı. Annesinin geride bıraktığı seccadeyi, Kur'an'ı, çocuğun eşofman takımını ve mektupta yazılanları düşündüm. Belli ki kadın ölüme hazırlanmıştı. Oysa ardında bıraktıkları, bu vakitsiz ayrılığa pek hazırlıksız yakalanmışlardı.

Günün Diğer Haberleri