Her zamankinden daha hissiz bir gece. Nereye bu veba vakti!
Bütün vagonlar uykuda, ama o nöbetteydi. Kompartıman üzerine çökmüştü, “Ne çabuk vazgeçtin,” der gibiyken yetmişli yılların ahşap bavulu. “Böylesi en doğrusu,” dedi. Susuzluktan boğazı kurumuş halde, şişenin yarısını tek solukta tüketti.
Önce kapkara bulutlar kuşatır göğü, sonra o homurtu. Pek acıdır o ses! Ne zaman bir düdük ötse, herkes titrer. Ve ürkünçlük sarar etrafı. Kâh alçak kâh yüksek endişe topuklarıyla çıkan sesler, bükülen boyunlar. O da korkardı beklerken. Hiç binmezdi. Ama hep içindeydi! Silikleşen yahut saydamlaşan rayların ardı sıra, apar topar inerken birileri, tutamazdı sayıları ve isimleri. Her yolcu insandı, ancak aşina değildi. Bazısı valizini bırakır ya da valizi dahi olmazdı. Sessizlik ardınca, yine uyku vakti. Ama o hâlâ nöbette…
Yıllar yorgunuydu trendeki kalışları. Sarsıntılara karşın çabalayan valizi ise kuytu bir köşede direniyordu, içindeki yaşanmışlıklarla. Sahi neydi adı, o meçhul garın? Bulanıktı, eğretiydi tüm istasyonlar. Bulmacasını çıkardı, üçüncü sıraya kaydı gözleri; “Her duygu yıpranmış, her bakış anlamsız.” sözünün kime ait olduğunu soruyordu. Hekimin tembihiydi yapmaya çalıştığı. Fakat bu soru hafızasını daha da ötelere taşıdı.
Zifiri karanlıkta ne bir mum ne de şimal vardı hislerini diriltecek. Makas değişirken çıkan kıvılcım anlık yangına dönüştü. Ve çığlıklar işitti tanımadığı. Ne hicazdı ne de buselik. “Galiba bir yabancıyım yine,” dedi. Kafiyesiz heceleri anlamadıkça küçülmüş, kendine kapanmış ıssız bir uygarlığın son kalıntısıydı. (Ya da biraz ayrıktı) Cızırdayan radyoyu kapatırken, avucunun içindeki notu gördü; “Su iç”. Üç nefeste tüketti kalanı…
Bir tünelin çıkışıydı. Kimi yüzlerde yapay sevincin izleri, kimilerinde yüreksizliğin emareleri belirmişti. İlk defa rastlaşıyordu onlarla. Tanımak ne ala, anlamak pek sarkık! Kavrasa bir ucundan yine de doğrulmayan. Yahut vazgeçilen. Tozlu ve çiziklerle dolu pencereye çevirdi başını. Buzdağıydı yansıyan cama. Ardında tıklım tıklım manasızlıklar. Anıların tortusu, son homurtuyla karışarak dağın arkasına saklanmaktaydı. Donuk kirpiklerin altından, görüp gördüğü sadece seyrelmiş hatalar oldu.
“Bırakıyorum en yakın tren garında,” dedi boşluktaki bavula bakarken. Zemheri dünyada değilmiş gibi korkmadan, birazdan kalkıp gideceğim der gibi…