Bugüne kadar bedenimize ait beş duyumuz ve onlara ait beş duyu organımız olduğunu biliyorduk. Gözümüz, kulağımız, burnumuz, dilimiz, derimiz.
Bu organlarımızda bulunan hassas sensörlerimiz sayesinde ihtiyaçlarımızı gideriyor, çevremizle olan bağımızı kuruyoruz. Peki ya iç algımız için ne demeli? Nasıl ayakta duruyoruz veya kendimizi koruyabiliyoruz?
Gelişen modern tıp ile birlikte psikoloji de ilerledi. İnsanın sadece beş duyudan ibaret olmadığını belirtmeye başladılar. Bu konuyu önemli bilim dergilerinde makaleler yazarak literatürde yayımladılar.
Aslında bizim kültürümüze hiç de yabancı olmayan iç algımıza, "Doğu Edebiyatı” klasiklerinde büyük ölçüde yer verilmiştir. Kahramanların olağanüstü sezgilerini, hekimlerin teşhisini, çocukların çok küçük yaşta gösterdikleri becerilerini, hepsini halk hikâyelerinde bulabiliyoruz.
Günümüz bilim dünyasının keşfettiği bu üç duyumuz nelermiş? Bir bakalım; vestibüler (denge ve hareket duyusu), proprioseptif (beden farkındalığı), interoseptif (içsel duyudur).
Vestibüler; hız, hareket ve dengeyi sağlayan duyumuzdur. İç kulağımızda bulunur. Bu sayede çevremizdeki varlıkların hızını, konumunu algılayarak kendimizi konumlandırırız. Bu da bizim üç boyutlu olarak dengede durma becerimizi sağlar. Bu duyumuzdaki sorunlar “vertigo” gibi hastalıklara yol açarak dengemizde sorun yaşarız.
Proprioseptif; eklemler, tendonlar ve kaslarımızdan bilgi alarak beynimize iletilmesini sağlar. Gözlerimiz kapalı bile olsa çevremiz hakkında bilgi sahibi olabiliriz. Vücudumuzun durumu, kas gücünün kontrolü uzaysal algımız ve fiziki yeteneklerimizi algılamamızı sağlayan bu duyumuz sayesinde birçok işi yapabiliyoruz, kendimizi dış tehlikelerden koruyabiliyoruz.
İnteroseptif; iç organlarımızdan gelen bilgileri algılamamızı sağlayan duyumuzdur. Yorgunluk, uykusuzluk, susuzluk, açlık, terleme, üşüme gibi fiziki değişimlere uygun tepkiler vererek hayatta sağlıklı kalabilmemizi sağlar.
Duyularımızın bütünlüğü sayesinde yaşamayı ve ayakta durmayı başarıyoruz. Bu farkındalık sayesinde çocuklarımızın gelişimine katkı sağlayabiliyoruz. Nasıl mı?
Henüz doğmadan annesinin ve babasının sesini duymasıyla algılar açılmaya başlar. Çocuk duyularını ne kadar çok kullanırsa o kadar geliştirir. Ona kendine zarar vermeden ortam hazırlayarak gelişimine katkıda bulunabiliriz. Bununla ilgili “Duygu Bütünleme Terapisi” mevcut. Bu terapi sayesinde pısırık, sakar, beceriksiz gibi sıfatlar kalkabilir veya olabildiğince azalır. Bu terapiyi alması tavsiye edilen durumlar:
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozuklukları
Otizm
Serebal plasi
Down sendromu
Gelişimsel gecikmeler
İnce ve kaba motor bozuklukları
Zihinsel engeller
Psikososyal bozukluklar
Disleksi.
Bu gibi rahatsızlıkların iyileşmesine katkı sağlayan bu terapiyi uygulamak çok da zor olmamalı.
Evde biz de çocuğumuzun gelişimine katkı sağlayan uygulamalar yapabiliriz. Üstelik pahalı da değil. Ninni söylemek, yatmadan önce masal okumak, koşmasını sağlamak, emeklemesine izin vermek, dokunduğu eşyayı tanımlamak gibi. Kısacası gerek bedensel gerek zihinsel olarak bol bol oynamasına izin vererek özgüveninin gelişimine büyük katkıda bulunabiliriz. İleri yaşlarda spor yapmasına, resim, müzik gibi sanat dallarına yönelmesine fırsat vermeliyiz. Sürekli ders çalışan, test çözen bir çocuğun yarım kalmış, gelişememiş duyuları söz konusu olabilir. Orta yaş döneminde yetersizlik hissiyle yüzleşebilir. Bu anlamda çocuklukta elde ettiğimiz gelişim sayesinde bağımlı olmaktan kurtuluruz. İş başvurularımızda ihtiyacımız olan ifade yeteneğini kazanırız. Elbette her şeyden önce çocuğa sevgiyle sarılmalı, gözlerine sevgiyle bakmalıyız. Koşulsuz ve özgürce...
KAYNAKÇA
Öz yazıcı, K., Boğa, E., Alagöz, N., Varlıklı öz, K., Arslan, Z., Akto, S., & Sağlam, M. (2021). Duyuların gelişimi ve duyu bütünleme. Gelişim ve Psikoloji Dergisi, 2(4), 209-226.
Yediduyu.com.tr