DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
A.Yeşim Çalay Yünük -Sosyolog - Aile Danışmanı-
A.Yeşim Çalay Yünük -Sosyolog - Aile Danışmanı-
Giriş Tarihi : 16-08-2022 04:42

Otorite

Kısaca buyurma, yaptırma ya da yasak etme gücü ve hakkı olarak açıklayabileceğimiz otorite kavramı; zaman içinde yön, şiddet, kapsam ve ifade biçimi ile araçlarında değişiklik olmasına rağmen farkında olalım ya da olmayalım hayatımızın içinde. (Burada bahsedilen resmi otorite haricinde sadece sosyal ilişkiler içindeki otorite)       

Yıllar önce, ders kitabımda Stanley MİLGRAM’ın deneyi ile karşılaştığımda ( deney her ne kadar resmi otoritenin etkilerini ölçmek için tasarlanmış olsa da, toplumlara göre değişiklik göstermekle birlikte yasa ile çerçevelenen otoritenin dışında resmiyete yakın anlam atfedilen kavram ve temsil ettiği kişilerin var olduğu gerçeği göz önüne alınırsa)  hayatın akışı içinde çokça görüp duyduğumuz, yaşadığımız, özellikle geleneksel aile ilişkilerinde kanıksadığımız bu kavramın yanlış ve maksatlı kullanımında eğitim, kültür, akıl ve vicdandan bağımsız ne denli büyük ve yıkıcı sonuçları olabileceğini ve bunu çok az sorgulamış olduğumu büyük bir şaşkınlık ve iç burkulması ile fark ettim.      

Geçmiş yıllarda “Türk Aile Yapısı, Otorite İlişkileri” konusunda araştırma yaparken; 50’li yıllardan itibaren tarımda makineleşmenin artışı, insan emeğine ihtiyacın azalması , toprakların bölünmesi, göç ve maddi zorluklar ile geleneksel kırsal  aile otorite deseninin zayıflayarak özellikle bütçe yönetimi ve ekonomik kararlar açısından  ailenin en yaşlı erkeğinden erkek çocukların her birine doğru bölünerek değişmekte olduğu , iletişim teknolojilerinin gelişmesi ile kırsal aile yapısının çekirdek aileye yaklaşma eğilimi gösterdiği, kent ailesinde çocukların da aile içi kararlara katılmaya başladığı hatta ailenin yaşlılarının söz hakkının azaldığı, çocukların söz hakkının arttığı yönünde araştırma verileri ile karşılaştım. Daha sonra özellikle kent ailelerinde, annelerin rollerinin bir kısmının değiştiği, kadınların  aile bireyleri için sağlık kurumları, çocukları için eğitim kurumlarıyla  irtibattan sorumlu hale geldiği , eğitim ve kariyer durumunun aile içi büyük harcamalar , yatırım kararları vb. konularda yetkinin erkekte(baba) olmasını pek etkilemediği , diğer taraftan hasta ve yaşlı(kayınvalide ,kayınpeder) bakımı gibi sorumlulukları (çalışıyor dahi olsa) büyük oranda kadının yüklendiği bu bakımdan aslında kent ailesi olsa da geleneksel kırsal aileye yaklaştığına dair rakamsal araştırma verilerine ulaştım. Her iki aile(kırsal-kentsel) tipinde de otorite ile ortak payda ekonomik güç olabilir mi? Üzerinde düşünülebilir … 

Stanley MİLGRAM’ın deneyine geri dönelim. Deney pratik olarak 1961 yılında yerel gazeteye verilen “Saati 4$ Hafıza çalışması için kişiler aranıyor “ilanı ile başlar. İlanda 20-50 yaş arası 500 erkek katılımcıya ihtiyaç olduğu , meslek ve eğitim konusunda bir kısıtlama olmadığı sadece lise ve üniversite öğrencilerinin katılamayacağı ,koşullara uygun olanların formu doldurup “Profesör Stanley MİLGRAM  Yale Üniversitesi Psikoloji Bölümü New Haven, Connecticut” adresine  göndermeleri istenir. İlana verilen cevaplar sonucunda belirlenen katılımcıların mesleki dağılımı şöyledir; %40 işçi, beyaz yakalı, satış, iş dünyası%40, profesyoneller %20. Şekil olarak deney: üzerinde 15-450 volt arasında voltaj ile etiketlenmiş 30 düğme bulunan kontrol paneli ve şok jeneratörü ile camlı bir bölme, arkasında kurbanın oturacağı elektrikli sandalye (gerçekte bağlı değil) ve üzerinde dört düğme bulunan cevap panelinden oluşuyordu. Kontrol panelindeki düğmeler aynı zamanda gruplanmış ve hafif, orta güçlü, çok güçlü, yoğun, aşırı yoğun, çok şiddetli yoğun şok şeklinde ve ardından gelen iki düğme “XXX” şeklinde etiketlenmişti. Deneyci (deneyi yöneten otoriteyi temsil eden kişi) denekten yani gönüllüden camlı bölmenin arkasında oturan kişiye dört ifadeden oluşan (mavi kutu, güzel gün, yabani ördek ..) bir liste okumasını  sonra test cümlesini okumasını(gök mürekkep kutu lamba) test cümlesindeki ilk kelime ile  ilk okuduğu terimlerden hangisinin eşleştiğini sormasını ister , kurban önündeki dört düğmeden birine basarak (özellikle )yanlış cevap verir ve şok jeneratörünün üzerinde numaralı kadranlardan biri yanar .Deneyci yani otorite , sakin ve net bir ses tonuyla denekten devam etmesini ister …Sonuçta en yüksek ölümcül voltaja çıkma oranı daha önce tahmin edilen yüzdeden neredeyse 10 kat fazladır . Deney aynı anda iki denek, arada camlı bölme olmadan kurban yakınlaştırılarak, deneklerden birinin isyan edeceği vb. şekillerde yeniden düzenlenip defalarca tekrar edilir. Özetle, sonuçları ne olursa olsun otoriteden korkan ve iş birliğine hazır olan bireylerin yüksek voltaya çıksa ve korksa dahi devam etmeye hazır olduğu, kurbana yakın olan ve/veya otorite ile yüzleşen deneklerin yüksek voltaya çıkma oranı düşerken deneyi bırakma oranının arttığı görülür.  

Duruma biraz tersinden bakalım. Bahsi geçen deneyde otoriteyi temsil eden deneyci deneklere ne hissettiklerini, sıkıntıya düştüklerini fark ettiğinde çözüm önerilerini ya da ne yapmayı tercih ettiklerini sormuş olsaydı ya da en başından sonucuna katlanabildiğin ölçüde kendi tercihini yaşamakta özgürsün şeklinde bir hareket alanı tanımış olsaydı sonuç nasıl olurdu? Veya deneyci(otorite) deneğe koşulsuz itaat yerine kendisinin de uyduğu saygı kurallarını hatırlatsa, zarar vermemenin, kişinin bedenine ve kişilik haklarına dokunmamanın erdeminden bahsetse? Bir soru daha; denekler yaş ve meslek olarak gruplanmak yerine   kök ve çekirdek aile ilişkileri sorgulanıp, test edilip, otorite ve deneğin algıladığı otorite biçimine göre gruplansa sonuç nasıl olurdu?      

Yine kendimize dönelim. Toplumumuzda aile kutsal kabul edilir, gelenek, görenek, örf ve dinimiz bunu destekler. Baba (büyük oranda)ailenin reisi (kanunen değişmiş olsa da toplumsal kabul olarak halen) ve otomatik olarak otorite görevini yüklenir. Toplumsal cinsiyet araştırmalarına göre kadın otoritesini (özellikle ataerkil geleneksel ailelerde) erkek çocuğu üstünden dolaylı olarak kurar (gelin-kayınvalide çatışmalarının önemli sebeplerinden biri). Peki ya araştırmalar sonucunda ortaya çıkan aile içi otoritenin (erkek adına) en büyük destekçisinin ekonomi(maddiyat) olduğu gerçeği ailenin kutsallığını zedeleme riski doğurur mu? Toplumsal kabuller ile ve dini olarak aileyi geçindirme görevini erkek yüklenmiş olsa da kadının kayıtlı iş hayatına (kırsalda daha çok hane içi, tarla, hayvan bakımı vb. işlerde kayıtsız iş gücü olarak çalışır ve büyük oranda ailenin geçimini yüklendiği olur) katılımının artması, aile bütçesine ortak olduğu halde ekonomik kararlardan feragat etmesi ya da kaçınması nasıl ve ne ile açıklanabilir? Bu gibi durumlarda fazlaca üzerinde durulan otoritenin aile içi ekonomik şiddete zemin oluşturma riski olabilir mi? Güç ve otoritenin, ekonomik tarafını önceleme doğrultusunda değişmekte olan toplumsal teamülleri değerlendirmek durumu açıklamaya yardımcı olur mu?      

Biraz daha kendi içimize dönelim. Otoriteye atfettiğimiz anlam ve kendi otoritemize yaptığımız yatırım günlük sosyal ilişkilerimize (iş, arkadaş, aile, çocuk vb.) nasıl yansıyor? Otoriteyi güç ile gücü etrafı yönetmek, kontrol etmek ve sorgulanmadan koşulsuz itaat etmek ile bağdaştırıyor muyuz? Bizi başkalarının gözünde güçsüz gösterecek ya da öyle olduğumuzu hissettirecek durumlara, olaylara nasıl tepki veriyoruz? Bu gibi durumlardan, çatışmalardan kaçınıyor muyuz? Nedenini, gereğini bazen bizi ya da karşımızdakini düşürdüğü zor durumu sorgulamadan bütün kurallara uyma veya bütün kurallarımıza uyulsun katılığı gösteriyor muyuz? Özellikle aile içi ilişkilerde ihlal /maliyet dengesi olmadan, en küçük ihlale aşırı tepki gösterdiğimiz oluyor mu? Durum bazen bana bunu nasıl yapar, annenin babanın sözünden çıkılmaz, ben ne dersem o şeklinde kendi bağlamından uzaklaşıp öfke patlamalarına doğru gidebiliyor mu? Bazen otoritemizin sarsılmasını bedel ödetmeye vardırdığımız oluyor mu? Küstüğümüz? Hakaret ettiğimiz? Kendi içimizde hissettiğimiz güçsüzlükle yüzleşmek yerine karşımızdakini aşağıladığımız, sindirmeye çalıştığımız? En sonunda beklediğimiz sonuçların tam tersi olduğu? Kendimizi “eskiden böyle miydi?”, “Bizim zamanımızda başkaydı… şeklinde geçmişle uğraşırken bulduğumuz?       

Bitirirken: Victor E. Frankl İnsanın Anlam Arayışı kitabında “nasıl ki bir dalgıç atmosferik basınç altında bulunduğu hücresinden aniden çıktığında yaşamı tehlikeye giriyorsa, zihinsel basınçtan bir anda kurtulan insanın da manevi ve ahlaki sağlığı zarar görebiliyordu” tespitini yapar ve yine aynı kitabının başka bölümünde “….fakat gözyaşlarımızdan utanmamızın gereği yoktu çünkü gözyaşları insanın cesaretlerden en büyüğü olan acı çekme cesaretine sahip olduğunun kanıtıdır.“ der.  Kim bilir belki de güçlü olmayı, otorite kurmayı, güçsüz görünmeyi kafaya takmadan olduğu gibi duygularımızı tanımak, yüzleşmek ve yaşamak ulaşabileceğimiz en büyük ruhsal güçtür. Atalarımız ne güzel söylemiş “korku ile saltanat olmaz”.

              

KAYNAKÇA:
Milgram, S. (2015) Deney. İstanbul Kafekültür Yayınları 
Özbay, F. (2015) Dünden Bugüne Aile Kent ve Nüfus. İstanbul İletişim Yayınları
Kıray, B. (1998) Değişen Toplum Yapısı. Ankara Bağlam Yayınları 
Taylan, H. (2009) Türkiye’de Köy Ailesinde Aile İçi İlişkiler.  https//researchgate.net
TAYA (2011) Türkiye Aile Yapısı Araştırması. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Güler, D. Ve Ulutak, N. (1992) Aile Kavramının Toplumsal Gelişimi ve Türk Toplum Yaşantısında aile. Kurgu Dergisi S:11, 51-76

 

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA