Daha önce de değindiğim gibi, Kütahya’daki bu okullarda, inanılmaz özveriyle çalışan görevliler vardı. Benim bu insanların, zaman zaman kendi ailelerinin tahammül gösteremediği, bıkkın bir şekilde bırakıp gittiği çocuklara, güçlerinin üzerinde nasıl hizmet verdiklerini, her türlü hareketlerine inanılmaz bir hoşgörüyle, sevgi ve sabırla nasıl yaklaştıklarını gördüm.
Engelli olmayan çocukların, kendi değerlerini daha iyi bilmeleri, o çocukları anlamaları adına, bir kere daha, bu gibi eğitim kurumlarına ön yargısız gitmelerini çok önemsiyorum. Toplumun tüm kesimleri, bu konuda eğitilmeli, yerel yönetimler, onların hayatının kolaylaştırma adına, daha çok kaynak ve zaman ayırmalıdır.
Onlarla çok güzel anılarım var ama bazıları beni çok etkilemiştir. Yeri gelmişken bunlara da kısaca değinmek isterim.
2005 yılındaydık. Teşkilatımın ve kentin ileri gelenlerinin katkılarıyla, Polisevinde düzenli olarak yaptığımız bir etkinlikte, fiziksel engelli çocuklardan birisi, şiir okumak istedi. Mikrofonu ona verdiler. Derin bir sessizlik içinde merakla herkes ona bakarken şu şiiri okudu.
“BABA”
Anlatmaya kelimeler yetmez
O titreyen ellerinle
Kuşlar gibi pır pır yüreğinle
Gülen gözlerinle sevdin bizi
Hiçbir yürek sevmedi senin gibi
Tutup da ellerimizden yürümedi baba gibi
Hiç kimseden görmedik babadan öte merhameti
İstemedik mal mülk
Sade senin gibi anlasın sevsin bizi istedik
Sanki sen biz, biz sen olduk
Sevdalar vardır bu kadar içten olmaz
Babalar vardır senin kadar anlamaz
Gözler vardır senin kadar sevecen bakamaz
Hiç gitmedi aklımızdan
Ellerinden tuttuğun özürlü kardeşlerimiz
Hiç unutulmadı bize verdiğin değer
Sen de bizdensin sende özürlüsün
Hiç bu kadar mı yakışır özür sana
Sanki bizi yaşıyorsun bizi
Sanki sende yaşadın bu hikâyeyi
Bu hikâye senin
Bu hikâye bizim
Bu dert hepimizin
Devası senin gözlerin
Bir ışık var elinde
Sonsuzluktan ruhumuza akıttığın
Bir güzellik var sende
Dünyamıza güneş gibi doğan
İnsanlığımın açlığını
Gönlümün karanlığını
Sebepsiz dünyevi kaygılarımı
Sevginin çıkarsızlığıyla
İyiliğin büyüsüyle saran
Dünyaya asıl sebebiyle baktıran
O güzel gözlere sonsuz teşekkürler
Sizi bize gönderene sonsuz teşekkürler
Şiirini bitirdikten sonra, yüzünde bu gün bile güzelliğini, derinliğini, içtenliğini anlatamayacağım, sevgi dolu bir bakışla beni işaret ederek, bu şiiri benim için yazdığını söyledi ve dudaklarından şu sözler döküldü.
“Bu güzel insana huzurlarınızda teşekkür ederim. O baba burada O baba hep yanımızda Helal olsun sana baba, babaa…” dedikten sonra sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu güzel insana, hepimizin adına hazırlanan plaketi vermek üzere huzurlarınıza Kütahya Sakatlar Derneği Başkanı Hatice Yakar’ı davet ediyorum,” dedi.
Alkışlar arasında birlikte sahneye çıktık. Hatice Hanım bana hazırlanan plaketi verdikten sonra, kardeşimiz de kendi el yazısıyla yazdığı şiirini, sıkı sıkı sarılarak bana verdi.
Yine çok duygulanmış, ağlamamak için büyük çaba sarf etmiştim. Bu benim o güne kadar aldığım en güzel, en anlamlı ödüllerden birisidir çocuğumun yazdığı bu şiir.
Bu sevgiye, bu güzelliğe ne diyebilirim ki. Bir kere daha söylüyorum, karşılığını beklemeden yaptığım bir şey, belki de bin kat sevgi olarak, çıkarsız, hesapsız bir şekilde, yine bana geri dönüyordu.
Bu toplantıların birinde, ilgili dernek başkanı şehir merkezinde bir apartmanın üçüncü katında oturan, binada asansör olmadığı için üç aydır sokağa çıkamayan yirmili yaşlarda bir kızımızın olduğunu, onun da toplantılara katılmak istediği söyledi. Bir yere notumu aldım. Polisevinde yaptığımız ilk etkinlikte kızımızı da getirmek için iki bayan polis arkadaşımı bir oto ile evlerine gönderdim.
Kızımızı kucakta aşağıya indirip polisevine getirdiler. Çok güzel, güler yüzlüydü ama belinden aşağısı hiç tutmuyordu. Kendisiyle gözyaşları içinde bir sohbetimiz oldu. Bana oturduğu evin olumsuz şartları nedeniyle, üç aydır evden çıkamadığını söylerken, nasıl sevgi ve minnet doluydu, bu günkü duygularımla bunu anlatamam.
Ne zaman bu çocuklarımızın okuluna gitsem, koruma görevini yapan arkadaşımı otomobilin yanından uzaklaştırır, sanki hayatım tehlikeymiş gibi canım çocuklarım, sırayla arabanın yanında nöbet tutarlar, beni kendilerinin koruyacağını söylerlerdi.
Aramızda bir isim yoktu. Onların hemen hepsi bana; ”Adamım” diye hitap etmeleri, beni sahiplenmeleri, kalbimi çok farklı duygu seli içinde bırakırdı. Ben onların, onlar benim adamımdı. Bütün güzellikler, sevgi, sahiplenme duygusu işte bu tek kelimenin içinde gizliydi bizim için.
Yine aynı okulunda okuyan, okula gittiğimde benim çok ilgimi çeken, yanımdan hiç ayrılmayan ve hep gülen bir çocuğumuz vardı. O zamanlar on üç yaşındaydı. Çok sık aralıklarla okula gittiğim için, bazı çocuklarla aramızda çok iyi bir sevgi alışverişi oluşmuştu. O da bu çocuklardan biriydi.
Engelli olmasına karşın, müthiş akıllı ve saygılı bir çocuktu. Konulara yaklaşımı, sorduğu sorularla, gerçekten diğer çocuklardan çok farklıydı. Okulda bulunduğu süre zarfında, yanımdan hiç ayrılmaz, inanılmaz bir sevgi ışığıyla gözlerime bakardı.
On Nisan teşkilatımızım kuruluş yıl dönümüdür ve her yıl kutlanır ve özel etkinlikler yapılır. Polis haftası içinde olduğumuz ilk günde çocuğumuz yapılacak resmi tören öncesi emniyet müdürlüğüne gelip, önce benim polis günümü kutladı. Sonra da diğer görevlilerin gününü kutlamak için benden izin aldı. Binada olabildiğince hemen herkesin gününü kutladıktan sonra, yine benim odama geldi. Bir şeyler ikram ettim. Çok az zamanım olmasına karşın, o kısa sürede hoş bir sohbete daldık. Kütahya’nın biraz kenar sayılabilecek bir semtinde oturuyordu. Bu nedenle sohbet sonrasında onu oto ile eve göndermek istediğimi söyledim. O bu teklifimi tebessümle karşılayıp bana:
“Adamım teşekkür ederim. Eğer izin verirsen, ben resmi polis otosuyla evimize gitmek isterim,” dedi.
Nedenini çok merak etsem de, o anda sormayı uygun bulmadım. “Kim bilir, belki de polis olmaya özenmiştir” diye düşündüm. Hevesini de kırmak istemedim. Benden böyle bir istekte bulunması, aslında hoşuma da gitmişti. Hemen talimat verdim. Onu resmi polis otosuyla evine gönderdim. Daha sonra görevli arkadaşımdan aldığım bilgiye göre:
Çocuğumuz otomobil evlerinin önünde durunca, otoyu kullanan görevli arkadaşıma, beklemesini söyler. Evin kapısını çalar, babası dışarı çıkar. Resmi polis otosunu gören baba, önce şaşırıp telaşlanır. Oğlunun bir şey yaptığını düşünerek, meraklı, biraz da endişeli bir sesle, polis arkadaşımın yanına gelir. Ne olduğunu oğlunun bir hata yapıp yapmadığını sorar. Oğlu ise arkadaşımın soruyu cevaplamasına fırsat vermeden, gayet sakin, gururlu ve biraz da kızgınlıkla karışık sitemli bir şekilde babasına şunu söyler:
“Hiçbir şey olmadı baba. Ben bu gün Polis günü olduğundan, müdür babayı da çok sevdiğim için, onların polis günün kutlamaya gittim. O da beni evimiz uzak olduğu için, eve polis arabasıyla gönderdi. Bak sen benim polis abiyle eve geldiğimi görünce, hemen kötü bir şey yaptığımı düşündün. Sen bana hiç güvenmiyor, inanmıyor, ciddiye almıyorsun ama müdür baba öyle değil baba. O beni hem senden daha çok seviyor, hem de değer veriyor. Benimle her zaman görüşüyor, beni dinliyor, hep bir şey istiyor musun, ihtiyacın olan bir şey var mı diye soruyor. Sen ise beni hiçbir zaman dinlemedin, dinlemiyorsun. Benim işe yaramaz biri olduğumu düşünüyor, hiçbir şey yapamayacağımı sanıyorsun. Bu güne kadar hiç ne istediğimi sordun mu? Sokaklara bile beni tek başıma bırakmıyorsun. Yeter artık, ben küçük birisi değilim baba,” der ve hırsla eve girer.
Babası oğlundan böyle bir şey beklemiyor olmalı ki şaşırır, bir an için yüzü değişir ne diyeceğini bilemez bocalar, mahcup bir şekilde gelip memur arkadaşımdan özür diler ve teşekkür eder. Başı önünde oğlunun arkasından evine girer.
Bana göre çocukların en önemsediği duygu güven duygusudur. Bu nedenle de anne, baba ve yakınlarının sözle eylemlerinin birbirini tutması çok önemlidir. Bir çocuk zihinsel engelli bile olsa, onun kendini değerli hissetmesinin, çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu durumda olan bir çocuğun, anne, baba, öğretmen ve diğer büyükleri, ilerleyen yaşlarda arkadaşları tarafından nasıl değerlendirildiklerine bağlıdır. Duygu ve düşüncesini, sevgisini, başarı ya da başarısızlığını, hayal kırıklıklarını, aileleriyle paylaşmak isterler.
Birçoğumuz bunun düşünüp, farkında olmasak da, her çocuk gibi onlarda yalnızca, sevmek, sevilmek, kabul görmek ve kendilerine güvenilmesini, sadece yakın çevrelerinden değil, herkes tarafından bilinsin, varlıklarının farkına varılsın istiyorlar.
İstedikleri çok fazla bir şey de değil, bir ederi de yoktur. Özgürlük ve güven, belki herkesten çok onların hakkı. Hatta diğer engelli olmayan çocuklardan, daha çok sevilmeye, gülmeye hakları var. Bunu herkesin bilmesini isterim. İnanın hepsinin gönül gözü, farklı frekanstan görüyor ve işitiyor.
Çok fazla haksızlık etmek istemiyorum; ama benim gördüğüm özellikle bu konuda bilgisiz ve bilinçsiz zihinsel engelli çocuk sahibi bazı aileler, bu gerçeği hep göz ardı ediyorlar. Onlarla uzun süre yakın olmuş birisi olarak, ben bunun çok örneğini gördüm ve yaşadım. Tanıdığım ailelerin birçoğu, onların hep zayıf yönlerini gördüklerinden, kendi çocuklarının, ne yapabileceğinin farkında bile değillerdi. Onların engelleri zaten oldukça hayatlarını etkiliyordu.
Onların en büyük soruları, sosyal çevreleriyle iletişim kurma zorluğuydu. Her toplantıdan sonra, bu konuda belirgin bir gelişme olduğunu da görüyor, bunun tadına vardıklarını gözlemliyordum.
Bu nedenle belirli aralıklarla, polisevinde düzenlediğimiz yemekli eğlenceler onlar için çok özeldi. Nasıl heyecanla o günü beklediklerini, daha ilk toplantımızdan sonra anlamıştım.
Yine böyle bir günde, çocuklar öğlen üzeri gelecekler, yemeklerini yedikten sonra da, müzik eşliğinde biraz eğlenip okullarına geri döneceklerdi.
O gün çocuklar için et döner, tatlı ve içecek bir şeyler hazırlatmıştım. Yerken güçlük çekmesinler, rahatça yesinler, çatal, bıçak kullanma ihtiyacı duymasınlar diye normalden daha büyük, bir kişinin rahatlıkla doyabileceği özel sandviç ekmeklerinin içinde döner servisi yapılacaktı.
Çocuklar geldiler, hepsi bir düzen içinde masalarına oturdular. Servis başladı. Ben aralarında dolaşıyor, hem ihtiyaçlarına bakıyor, hem de kendileriyle sohbet ediyordum.
On altı yaşlarında down sendromlu bir çocuğumuz, iki sandviç yedikten sonra, üçüncüyü istedi. Serviste görevli arkadaşım bana baktı. Sorun yoktu, yeterince döner vardı, verin diye işaret ettim. Bir sandviç daha verdiler. Durum ilgimi çekmiş ve hissettirmeden onu izliyordum. O ise hiç zorlanmadan büyük bir iştahla yemeyi sürdürüyordu. Üçüncü ekmeği de bitirdikten sonra, dördüncüyü istedi. Görevli yine bana baktı.
Aklıma acaba yediğinin farkında değil mi diye zarar görmesinden korkarak ben de görevli öğretmen arkadaşa baktım, yanıma gelince durumu anlattım. O da şaşırmış benim gibi kararsız kalmıştı. Bunun üzerine yanına yaklaştım, sırtına dokunup saçlarını okşadım. Beni görünce içtenlikle güldü ve:
“Nasılsın adamım,” dedi.
Önce de belirttiğim gibi çocukların büyük çoğunluğu bana hep böyle hitap ediyorlardı. Bu sözdeki sahiplenme duygusu, içindeki samimiyet gerçekten benim de çok hoşuma gidiyordu.
Çok iyiyim adamım, sen nasılsın, dedikten sonra, biraz da çekinerek, kırmaktan korkarak;
“Galiba sen daha doymadın adamım, dediğimde, kendinden hiç beklemediğim bir olgunlukla bana;
“Doydum ama ben ilk defa döner yiyorum. Tadı çok güzelmiş, çok hoşuma gitti. Belki bir daha yiyemem diye, biraz fazla yemek istedim? Bana kızmadın değil mi adamım?” dedi.
O an salon başıma yıkılıyor sandım. Birden kendimi çok kötü hissettim. Hiç böyle düşünmemiştim. Utandım, içim acıdı, bir an için ne diyeceğimi şaşırdım. Gözlerime hücum eden yaşı saklamak ve üzüntümü ona bile etmemek için, gülmeye çalıştım; ama içim gerçekten kan ağlıyordu. Sonra ona sevgiyle sarıldım.
“Sana hiç kızar mıyım adamım? Dönerimiz var. Ben zaten siz yiyesiniz diye çok yaptırdım Bundan sonra da senin canın ne zaman döner yemek isterse, gel ben sana ısmarlarım. Bunun için sakın kendini üzme olur mu? Zaten biliyorsun, burası okulunuza da çok yakın. Sen gel buraya ağabeylerinden döner iste. Ben onlara gerekeni söylüyorum” dedim.
Yanındayken ve benim yüzüme merakla bakarken hemen polisevi müdürünü yanıma çağırdım. Personele ve dışarıdan gelen misafirlere, haftada iki gün döner çıkıyordu. O günlerde bu çocuklar gelince döner vermelerini, parasını da benden almalarını söyledim. Sonra da ona; “Ne zaman senin canın döner çekerse gel tamam mı adamım” dedim.
Bunu duyunca çocuğumun gözlerinin içi güldü. O da kollarını başının hizasına kaldırarak, bana sarılmaya çalıştı.
“Tabi gelirim adamım çok teşekkür ederim” dedi.
Yüzündeki mutluluk ve gözlerinden taşan sevgi seli inanılmazdı. Daha fazla duramadım o duygu ortamlından hemen uzaklaştım ve diğer çocuklara ilgimi yönlendirdim. Bu çocuklarla buna benzer, çok ilkler, çok güzel şeyler yaşadım.
Biz engelli çocuklara, gençlere, eğlence düzenlerken, ailelerinin yüzlerindeki mutlulukla karışık, minnet dolu bakışlarını hiç unutamıyorum. Çocukların yüzlerinde ise her zaman sevginin en saf ve en güzel resmi asılıydı. O güzel yüzlerine baktıkça, huzur ve huzursuzluk aynı anda kalbimin kapısını çalardı. Bu toplantılar en azından toplumun büyük kesiminde bir farkındalık yaratmıştı ama hepsi o kadardı.
Zihinsel, bedensel tüm engelli çocuklarla yaşadığım bu duygu ve sevgi iklimi, başta da söylediğim gibi, içimdeki sevgiye aç çocuğun, önemli ölçüde boşluğunu doldurdu. Onlara ömür boyunca dilimden düşmeyecek, bir teşekkürüm ve kalbimde hiç bitmeyecek bir minnet borcum olacak.
Bunları yaparken, bu çocukların gönül yaralarına az da olsa merhem sürerken, bir bakıma benim geçmişten kalan içimdeki çocuğun derin yaralarını da iyileştirdiğimin farkına vardım. Aslında gerçek olan da buydu.
İçsel bilincimin uykudan uyanmasında, bütün bu sevgi alış verişlerinin, çok önemli bir yeri var. Bunu zaman geçtikçe daha iyi anlayabiliyorum.
Onların bakışları sevgileri, sonraki günlerde, karşılıksız, bir şey beklemeden, deniz feneri misali hep yolumu aydınlattı. Aydınlatmaya da devam ediyor. Aklımla, kalbimle tam bir devrim yaşadım. O kadar yokluk ve acı çekmeme karşın, onlardan daha şanslı olduğumun farkına vardım. Bu fark ediş aynı zamanda, gelecekte daha neler yapabileceğimin de, bir yol işaretiydi.
Kendi isteğimle tayin talebinde bulunduğumda, en çok da bu çocuklardan ayrı kalacağım için üzülmüştüm. Eşimin teşkilatımın ve halkımızın yardımlarıyla, elimizden geldiğince, onlar için olabildiğince iyi şeyler yapmaya çalışıyorduk. Onlarla birlikte sanki ben de büyüyor, gelişiyor yeni bir takım kazanımlarım oluyordu.
Vedalaşmamız çok hazindi. Okula haber vermeden gelmeme karşın, hepsi bindiğim otoyu tanıdığı için, sanırım görenler diğerlerine haber vermişti.
Dışarı çıktığımda hemen hepsi beni bekliyordu. Bir daha görüşemeyecek gibi, çok içten hepsine tek tek sarıldım. Belki de ne olduğunun farkında bile değillerdi.
Benimle vedalaşanlar sanki daha önceden çalışmışlar ve öğretilmiş gibi, sıraya girdiler. Sonunda düzgün bir şekilde tek sıra oldular. Ben, arabaya binip oradan ayrılırken, hepsi aynı anda ellerini başlarına götürdüler. Beni asker selamıyla selamladılar ve öyle uğurladılar.
Ardımda sevgi dolu birçok kalp bırakmanın hüznüyle aklımı ve kalbimi ardımda bırakıp, gözlerimden akmasına engel olamadığım yaşlarla onlardan uzaklaştım.
Oradan yine vedalaşmak için, işitme engeliler okuluna gittim. Onlarla da çok güzel unutulmaz anlar yaşamıştım ve gönlümde çok özel ve farklı yer etmişlerdi.
Okul müdürü ve öğretmenler, diğer görevlilerle vedalaştıktan sonra, okuldan ayrılmak üzere dışarı çıktığımda, yine bütün çocukların bahçede toplandığını gördüm. Buna çok sevindim. Onlarla beraber olduğumuz anlarda, sözlü iletişim kuramasam da hemen hepsini tanıyor, gözlerindeki sevgiyi biliyordum. Bu nedenle onlarla da veda etme imkânı doğmuştu.
Hepsi yine inanılmaz bir sevgiyle gülerek gözlerime bakıyorlardı. Elimden gelse, hepsini bağrıma basarak, tek tek vedalaşmak isterdim; ama o andaki duygusallığım ve şartlar buna engeldi. Bu duygusal ortamda her an ağlayabilirdim. Zaten biraz önce geldiğim zihinsel engelliler okulunda, çok yoğun duygular yaşamıştım. Bu nedenle kendi çocuklarımdan ayrılıyormuş gibi hüzünlüydüm.
Ben bu duygular içindeyken, onlara el sallayıp tam arabaya bineceğim sırada, çocuklar aralarında gizli bir iletişim varmış gibi, hepsi aynı anda, sağ ellerini, sol omuzlarına götürdüler. Çapraz olarak aşağıya çekerek, sağ karın boşluğu hizasına kadar getirdiler. Şaşırdım, kısa bir süre öylece kaldım. Okula gittiğimde birçok işaret diline tanık olmuştum; ama ilk defa toplu olarak, böyle bir işaretle karşılaşıyordum.
Okul müdürü, o sırada beni uğurlamak için yanımdaydı. O andaki şaşkınlığımı, çocukların yaptığı işareti anlamadığımı görünce, eğilip kulağıma; bu işaretin onların dilinde; “Seni seviyorum” anlamına geldiğini söyledi.
Yine içim bir garip olmuştu. Ben de onlara dönüp onlara aynı hareketi yaptım. Bu sırada gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Gözlerimden akan yaşı gören çocuklardan bir alkış tufanı koptu. Aynı anda onların içinde de ağlayanlar da vardı. Bu alkışın sesini, hem kalbimle, hem de kulaklarımla duyuyordum. Onların ise yalnızca kalpleriyle duyduklarını biliyor, bunu hissediyordum. İşte o anda duyan ile duymayan arasındaki fark bu diye düşündüm. Bu sevgiyi hangi sözlerle, size nasıl anlatabilirim. Dilimden dökülecek hangi söz, o anda hissettiklerimin ifadesi olabilir. Yaptığım her şey bana, büyük bir sevgi ile geri dönüyordu. Bu benim için o güne kadar aldığım ödüllerin en güzeliydi.
Bir sorunun var olduğunu kabul etmek, insanı bir sonraki adımda, var olan sorunun çözümü nedir aşamasına getiriyor. Aslında bu kalbimizin, aklımızın da bir sınavı. Bir şey bizi duygusal olarak etkiliyorsa, ona ilgisiz kalamayız.
Şimdi bu çocuklardan uzak bir yerdeyim. Onlar hep kalbimdeler ve kalbim aynı zamanda onların sevgisiyle de atıyor. Gördüğüm her engelli çocukta, onları yaşıyor ve onları anıyorum. Bu çocukların sahipsizlikleri, anne babaların çaresizlikleri, her geçen gün daha çok içimi acıtıyor.