DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Giriş Tarihi : 26-08-2022 14:57

Beni Yıkan ve Hayatımı Değiştiren O Acı…

Cağaloğlu'nda yayınevindeyim.

Yanılmıyorsam 94/95 yılları.

Rahmetli Ahmet Kekeç de yanımda.

Çok sık misafiri geliyor ve saatler süren sohbetler yapıyoruz yayınevinde.

Bazen kahkahalarımız Cağaloğlu yokuşunun hemen başındaki  Evren Pasajı' nın her katından duyuluyorcasına coşkulu ve keyifli...

Bir gün, yine benim tanımadığım ama Ahmet Kekeç'in bir arkadaşı geldi yayınevine.

Mehmet Nuri bey.

Çok beyefendi, yaşça bizden büyük olsa da saygılı ve çok sakin görünüşlü birisi.

Uzun uzun sohbet ettik ve akşama doğru yanından hiç eksik etmediği çantasını alıp gitti.

O gittikten sonra rahmetli Ahmet Kekeç ile Mehmet Nuri Bey'i konuştuk.

Hukuk fakültesi son sınıftan dersleri olduğu için mezun olamamış, evli, iki çocuğu olan bir arkadaş.

Bir avukatın yanında çalışıyormuş ve geçimini oradan aldığı az bir para ile sağlıyormuş. 

Alabilirse...

Düzenli bir para alamadığı için maddi olarak büyük sıkıntılar içerisindeymiş.

Çok sıkıntılı ve zorluklar içerisinde kıvranıp duruyormuş kısacası.

Mehmet Nuri Bey daha sonra sık sık yayınevine gelip gitmeye başladı.

Rahmetli Ahmet Kekeç yayınevinde olmadığında da geliyor, onunla saatlerce dertleşiyorduk.

Bir gün yine geldi. Morali sıfırdı. Canı burnundaydı.

"Abi, gel senle vaktin varsa Sultanahmet Köftecisine köfte yemeye gidelim." dedim.

"Olur." dedi.

Yayınevi Cağaloğlu yokuşunda. Sultanahmet köftecisine gitmek için beraber çıkmaya başladık meşhur Babıali yokuşunu.

Birden durdu yokuşu tırmanırken.

Bir baktım gözlüğünü çıkarmış, gözlerinden sicim gibi yaşlar süzülüyor.

Ne yapacağımı,  ne diyeceğimi şaşırdım.

Belliydi, çok sıkıntılıydı o gün, konuşurken dalıp dalıp gidiyordu.

Benim şaşkınlığım arasında ben bir şey sormadan o konuşmaya başladı.

"Sami Bey. Ben hayatta hiç bir şeyi başaramadım. Ben adam gibi bir baba olmayı bile başaramadım."

Hıçkırıyor,  hıçkırıktan sözlerini tamamlayamıyor, kesik kesik konuşuyordu.

Donup kalmıştım.

Ne diyeceğimi de şaşırmıştım, şaşkınlıkla sadece onu dinliyordum yokuşun ortasında.

"Dün sınıfta çocuklara öğretmeni dergi vermiş. Her çocuğa verince benim oğlum da almaya gitmiş.

Benim oğluma vermemiş.

Neden biliyor musun. Derginin fiyatı bir TL imiş ve o öğretmen ilkokul birinci sınıftaki çocuğuma, tüm çocukların içinde: ‘Siz fakirsiniz. Veremezsiniz parasını.’ demiş.

Çocuğum eve ağlalayarak gelmiş. Akşam eve gittiğimde bana, ‘Baba biz çok mu fakiriz de öğretmenim sınıfta herkese dergi verdi bana fakirsiniz diye vermedi.’ dedi. Ben oğluma bir TL'lik dergiyi bile alamayacak, onun arkadaşları içinde gururunun kırılmasına neden olan hayırsız bir babayım. "

Ne diyeceğimi şaşırdım.

Sadece, “Senin nasıl bir baba olduğun değil abi sorun. O çocukların öğretmeni öğretmen olmuş ama insan olamamış. Senin kusurun değil abi.” diyebildim.

Yürüdük birlikte, köftelerimizi yedik ama o gün o köfte yerine taş yedik sanki.

Aradan az bir zaman geçti. O an içimde öyle bir sızı oldu ki çok imkânım geniş olmasa da aradım kendisini ve yayınevine çağırdım.

Ona bir nebze de olsa destek olur diye bir dosya verdim yayına hazırlaması, editörlüğünü yapması için. Kısmi de bir miktar ödeme yaptım.

Memnun oldu, teşekkür etti ve gitti.

Aradan zaman geçti, dosyayı söz verdiği tarihte getirmedi. Aradım. Özür diledi, bazı sorunları olduğunu, o sebeple geciktirdiğini söyledi.

Benim yayınevinde bulunmadığım bir gün yayınevine gelmiş, dosyayı teslim etmiş ve vakti olmadığını söyleyerek beni beklemeden gitmiş.

Sanırım dosya geldikten on beş yirmi gün sonraydı.

Yayınevine dizgi işleri yapan Ahmet Kekeç'in arkadaşı Mahmut geldi.

Yayınevinde yalnızdım. Mahmut'la işlerimiz üzerine konuştuk.

“Dün sana uğrayacaktım Sami Bey. Bir arkadaşımızın cenazesi vardı. Gelemedim." deyince baş sağlığı dileyerek tanıdığımız birisi mi diye sordum.

"Yok, sen tanımazsın sanırım. Ahmet iyi tanırdı. Bir avukatın ofisinde çalışıyordu. Ofiste kendisini asmış. Avukat da şehir dışındaymış. Ofiste bir kaç gün asılı kalmış. Avukat dönünce ofiste asılı hâlde cesediyle karşılaşmış."

Aklıma hiçbir şey gelmedi o an. Sadece büyük bir üzüntüyle Mahmut'un anlattıklarını dinliyordum.

"İki de çocuğu vardı. Daha küçükler. Hukuk fakültesinden son sınıfta dersleri kaldığı için mezun olamadıydı. Çok sıkıntılar içerisindeydi." demesiyle elimdeki kalem düştü.

Gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi oldu o an.

Kalbim durdu sanki... 

"Mahmut!" diye bağırdığımı hatırlıyorum.

"Kim bu adam, adı ne?"

Mahmut tepkime çok şaşırmıştı.

Tanıdığını sanmıyorum, Mehmet Nuri isminde bir arkadaşımız."

Offf! diyerek bir külçe gibi yığılıp kaldım koltuğa o ismi duyduğumda.

Evet, “Ben çocuğuma bir liralık dergiyi dahi alamayan bir babayım” diye gözyaşlarına şahit olduğum, beyefendi, saygılı ve iki evladın babası Mehmet Nuri ağabeyim alıp gitmişti başını bu fani dünyadan.

O gün bugün hep içimi yakan,  kemiren ve her aklıma geldiğinde “Hiç mi bir şey yapamazdım. Hiçbir imkânım olmasa dahi en azından yanına gidip,  yanıma daha sık çağırıp moral de mi veremezdim? Dertleşemez miydim? Bu acı sona mani olamaz mıydım?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. 

Bizler yanıbaşımızda sıkıntı çeken insanların sıkıntısına güzel iki sözle de olsa moral vermeyi bile unutmuşuz. 

Dünya telaşesine kapılmış gidiyoruz bir yerlere ama o derdini söyleyemeyenlerin yaşadıkları kötü ve vahim olayları duyduğumuzda sadece ahhh,  vaaaah ediyoruz.

İş işten geçtikten sonra da bir kaç gün üzülüp sonra tekrar normal hayatımıza dönüyoruz malesef. 

İki güzel sözü,  hoş muhabbeti ve samimi duygularımızı bir kenara bırakmış kendi hırslarımızın peşine düşmüşüz. 

İki gün önce elinden tutup adam ettikleriniz dahi sizleri beğenmez olmuş.  Geldiği yeri,  çatılara çıkıp intihar etmeye kalktıkları günleri dahi unutmuş... 

Size açılan telefonla bilgi verildiğinde telefonda ikna etmiş ve indirmişsiniz çatıdan.  Elinden tutup çok yukarılara taşımışsınız ki  bunu da her şeyinizi kaybetmenize neden olsa da yapmışsınız. 

Ama...

Karşılığı, emanetinize dahi ihanet edilmesi olmuş. Sonra da nimeti kendinden bilip sizin arkanızdan kendi ihanetlerini örtbas etmek için türlü yalanlar eder olmuşlar. 

Allah'ı,  ölümü,  hesap gününü unutmuşlar. 

Ben tüm bunlara rağmen hâlâ “Mehmet Nuri ağabeyimi kurtaramaz mıydım?” ateşiyle yanarken bir taraftan da bunları yaşamama rağmen içimdeki o acı hiç dinmedi.

Hançer yarası zamanla geçmese de hafifliyor ama inanın böylesi bir acının sızısı hiç hafiflemiyor. 

Keşke geriye dönme imkânımız olsaydı da bu acı sonu duyacağıma sırtıma bir hançer de Mehmet Nuri ağabeyimden yeseydim de bu acı sonu görmeseydim.

Allah,  üç kuruşluk dünya malı için insanlığını unutmuş,  gözünü hırs, para ve güç hırsı bürümüş insanlardan hepimizi uzak tutsun.  Malı mülküyle de bize adamlık taslayan da her kim olursa...

Kandaşımız da olsa bizim yanımıza,  cemiyetimize uğramasın vesselam. 

Allah'ım, Mehmet Nuri ağabeyimin günahlarını affetsin.

Allah'ım dünya malı için türlü entrikalar peşinde olanları da sana havale ediyoruz.

NELER SÖYLENDİ?
@

DİĞER YAZILARI
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA