Advert

Son Damla / Cevriye Oymak

Yazan: Cevriye Oymak -SON DAMLA

ÖYKÜ - 10-05-2024 18:45 168 kez okundu.

Son Damla / Cevriye Oymak
Advert

SON DAMLA

Hişt, hişt! Şu karşı tepenin eteklerine oturmuş kayaların gölgesindeki küçük sarı çiçekleri görüyor musun? Görüyorum. Ya arıları, karıncaları, uğur böceklerini…? Görüyorum, savruk adam, görüyorum. Ta buradan? Evet, ta buradan. Bir de bana savruk diyorsun, sen benden daha savruksun.

Ben, senin savrukluğun kadar savruk, gördüğün kadar göz, seslendiğin kadar ses, işittiğin kadar kulak, hissettiğin kadar yüreğim…

Elini o meşhur şapkasının altındaki geniş alnına dayadı. Yüzünden eksik olmayan o sıcacık gülümsemesiyle kısılan gözlerini birkaç kez açıp kapadı. Kalemini elinde evirip çevirdi. Gözlüğünü, açık gri, yürüdükçe bacaklarını yalayan bol pantolonunun sol cebine astı ve sağ cebinden kağıtlarını çıkardı. Katlarını düzeltti, kağıtlara şöyle bir baktıktan sonra olduğu yere oturdu. Düşündü, düşündü, düşündü… Sonra yüreğinin en içinden sordu. Şu an neyimsin? Doğduğun memleketin “A” harfiyim ve kalemindeki ilk damla. O kadar mı? Şimdilik bu kadar.

Tişörtünün sol cebindeki paketten kendi deyimiyle bir cigara çıkardı ve sabırsızca yaktı. Şapkasını başından alıp ters çevirerek yere koydu. Paketini ve çakmağını şapkanın içine savurdu ve kısık gözlerini yine uzaklara dikti. Ah! Hayali güzel, gerçekleri zor adam. Sessizlik ve yalnızlığı, üzerine ölçüsü alınıp dikilmiş bir takım elbise gibi oturttuğunda cigarasının dumanından hareler çıkaran adam. Şimdi de, semaverden içtiğin bir yudum çayın sıcaklığında insanları sevebilmek arzusu ile çıktığın sokağın başıyım.

Vay canına, yolumuz uzun desene. Evet uzun, çok çok çok uzun. Yolumuz ömürden uzun. İstersen inanma. Ada ada uzun. Deniz deniz mavi. Dalga dalga zorlu, köpük köpük hayal, lüzumlu lüzumsuz adamlarla dolu, yokuş, iniş, zengin, fakir… Adapazarı’nın -pazarı-nı yüreğine koyup ecnebi memleketlerde dolaştıracak kadar uzun. Sonra Ada-yı, Adalar yapacak, çoğaltacak kadar uzun. Söylemiştim sana “Abasızların Mançuko”su söylemiştim. Ömürlerinden uzun olur şairlerin, yazarların yolculuğu. Düzelteyim, cümle gerçek sanatçıların yolculuğu. Ha, bir de ağır olur, şahmerdan gibi ağır.

İkinci cigarasını, bitmekte olan ilk cigarasının ateşi ile öpüştürdü. Köz büyüdü. Köz büyüyünce aşk ta, söz de büyüyecek sandı ama olmadı. Gözleri iyice kısıldı, duman Türkiye haritasına benzeyen alnından dağınık saçlarına yükseldi. Kokusunu saçlarına bıraktıktan sonra havaya karışıp gitti. O dumanla birlikte az önce düşündükleri de uçup gitmiş olmalı ki, kağıtlarını katlayıp yine cebine koydu. Uzun uzun göğe baktı, daha uzun uzun ağaçlara, kuşlara. Sonra yüzü “son kuşlar” hikayesindeki Konstantin’i görmüş gibi değişti.

Bu değişim doğuştan yüzüne yerleşmiş gülümsemeyi kovamamış olsa da biraz tadını kaçırdı. Canı rakı çeker gibi deniz çekti. Deniz, balıkçılardan aşırdığı bir ağı, sanki ayaklarına kement atıp dolamışçasına kendine çekti onu. Ağ değer değmez küsen balıklar gibi bir teslimiyetle yöneldi denize.

Üçüncü Maltepe’sini vapurda, martılara bile ezberlettiği;

“Sana koşuyorum bir vapurun içinde
Ölmemek, delirmemek için
Yaşamak; bütün adetlerden uzak”

Yaşamak şiirini içinden geçirerek içecekti. İskeleye yanaşınca deniz çoştu.

Dalgalar çabuk, çabuk, çabuk diye kıyılara çarpmaya, dövünmeye başladı. İşte şimdi keyfi yerine gelmişti. Cebinden, kalbine seslenen kağıtlarını çıkardı ve “….deniz sakin, berrak, sığ; martılar çöplerin üzerinde, Kınalı’nın çalılıkları kırmızı toprağın üstünde koyu yeşil, insanlar cigara tüttürüyor, yunuslar hala vapur boyunca koşuyor… İşte Kınalı İskelesi! Kınalı’dan da vapurumuz kalktı. Artık denizin dibi kapkaranlık kesildi. Denizin dibine, iki yüz metreden sonra, yedi rengin yalnız moru girer. Orada hiç bitmeyen lacivert bir gece vardır. Bu gecenin içindeki canlıların ışıkları kendiliklerindendir, yıldızlar gibi. İşte Burgaz iskelesi! Yalnız bu adada tecrübelerini rahat rahat yapmaya imkan var. Güz aylarında sessiz, kimsesizdir bu ada. Denizi tenha, rüzgarsızdır…”

Sıra ne zaman Burgazada’ya gelecek diye bekliyordum. Bana neyi olduğumu da sormamıştı kendini vapura atalı beri. Ansızın; “ananın sana duyduğu özlemim” diye haykırıverdim. Avareliğine olan sitemiyim. Beklentileri, umutlarıyım. Hani çocukluğundan beri ne zaman haritaya baksan gözün hemen bir ada arar, şehir isimlerinden hemen mavi bir sahile kayar, deniz sana yüz veren bir anne gibi gelirdi ya, hatırla. Çocukluğunun haritalarındaki adalar sonunda bir gün özlediğin gibi bir adaya tesadüfen (mi?) bırakıvermişlerdi seni gerçekten. Gerçekten tesadüfen mi? O zaman hadi bize uğurlar ola. Ver elini Burgazada. Ver elini, ellerinden, gözlerinden, sevgisinden öpülecek ana. Oğlun sana aşık. Sana aşık olduğu kadar, denize, adalara, onların yeşiline, moruna, güneşine, fırtınasına, ebemkuşağına, bazen de bir kadına aşık. Sakın ha, gönül koyma. Az önce; “Karşımda Yassı ve Sivriada. O kadar yakınlar ki, biraz daha genç olsam, yanımda sevdiğim bir arkadaşım olsa, “yüzerek gidelim mi?” dese hiç düşünmeden suya atlarım” cümleleriyle buluşturdu o yanından eksik etmediği kağıtlarından birini. Peşin peşin söylüyorum ki, ellerinden öper öpmez, Bayraktepe’den yine adaları seyre dalacak. Şapkasının altından yine çapkınca gülümseyecek.

Ah! Barba Vasili. Ah! Kalafat. Ah! Sarı çizmeli balıkçılar. Neredeyse denizin yüz verdiğinden fazla yüz veriyorlar ona, aklını çeliyorlar. Bir gün Barba Vasili, bir gün Kalafat... Tekne, balık, sis, dalga, güneş, bulut, gece, gündüz… Balıklar, paylaşımlar, haksızlıklar, zulümler hikayelere dönüşüyor. Yol arkadaşlığı, iş arkadaşlığı balığı ağdan çıkarana kadar. İnsan hırsının doruğa çıktığı zamanlarda onların hırsları ile savaşıyor. Kalemi, kılıcından keskin. Hırslardan sıyrılmış, yaşamakla dolu bir yaşamın nefesi olmak istiyor. İşte tam da öyle zamanlarda “ölesiye yalnız, ölesiye mesudum” diyor. Kimi zaman gazinolara atmak istiyor kendini. Şöyle iki dişe dokunan, ciğere işleyen, dağ, yayla, kır, orman, çiçek… diye çağlayan sesler duymak arzusu ile. İşte ben o zamanlar da onun bekleyeniyim.

Yazı yazmak istemediği zamanlarda içindeki aşkın, deliliğin, oturmaz düşüncenin hürriyetini arzuluyor, yetmiyor kendini alabildiğine yüz verilmiş çocuk hürriyetinin o çoşkun masumluğuna bırakmak istiyor. O, alabildiğine yüz verilmiş şımarık çocuğun uçurtmasının kuyruğuna asılıp yıldızlara kadar yükselebilir. Bunu yapabilir, gerçekten yapabilir. Islak saman renkli kadını kırlangıç yuvasına sığdırdığı gün bunu yapabileceğine inandım.

Saçlarını bıkıp usanmadan saatlerce tarayıp duran kadını, insanoğlunun çektiğini, çekmediğini anlatmaktan bıktığı yorulduğu zamanlarda sığdırdı bir kırlangıç yuvasına. Daha doğrusu anlatamadığını anladığı gün. “Varsın, bir de böylesi bulunsun, hiç değilse Abasıyanık’ın yazısında” diyerek.

Bu büyük hürriyeti, uykuya dalamadığı gecelerde, ışıkların karardığı saatlerden, gözlerinin uykuya teslim olacağı zaman aralığına doluşan güneşli sabahlardan, mahalle kahvelerinden, sevip bıraktığı kadınlardan, çiçek ve balık resimli kayıklardan, balıkçı köyü halklarından alır desem sözlerin belki de en doğrusunu söylemiş olurum. Ancak tünele binme çılgınlığına kapılan çocuğun gözlerindeki gülümsemenin, kaleminden buram buram yükselen sevincini söylemesem eksik kalır. Daha birçok şeyi söylemesem çok çok eksik kalır. Şimdi de anlatmaya sığdıramadığım kısa ömrün uzun uzun hikayeleri, romanları, şiirleri olmaya adandım becerebildiğimce. Onun Adapazarı’na, Adalar’ına olan tutkusu, denizinin kokusu oluverdim. Ada ile başlayan her aşkının adı oldum. O, şimdilerde biraz dalgın. Hikayelerinin kokusu büyük yolculuğa işaret ediyor. Neyi olduğumu ona ara sıra hatırlatmam gerekiyor.
Akşamüstleri daha sessiz ve hüzünlü seyrediyor denizi. Deniz, adalardan müteşekkil birçok memesiyle bulutları emzirmekle meşgul. Altı üstü bereket. Bir taraftan da seslenmeyi ihmal etmiyor yine insanlarına. Çabuk, çabuk, çabuk…

Hava iyice kararınca Sotiri ile birlikte atlasa sandala. Yakamozlar bir görünüp bir kaybolurken, yıldızlar, ay birdenbire denize düşse. Orada, dipte, hiç bitmeyen lacivert geceyi gündüze çevirse… Olmaz, demeyin. Bu da olur. Olur bu da. Kırlangıç yuvasında saçlarını tarayan kadın gibi olur… Şimdi, şimdi mi? Kaleminin ucuna konan hayalinim.

Hayalden hayale yol alırken Kız Kulesi düşüyor aklına. Deniz, benmari usulü hep sıcacık tutuyor Kız Kulesini insanın zihninde. Işıklarıyla, sıcaklığıyla kucaklaşırken hiç kimse olmasa. Ya da olsa. Sadece bir kişi olsa. Bedri Rahmi. Onun yanında istediği gibi söver sayar konuşurdu. Yazabildiklerini, yazamadıklarını, anlatabildiklerini, anlatamadıklarını, kızdıklarını, sevdiklerini, aşkını, vazgeçtiklerini… hepsini bir çırpıda sayar dökerdi. Bedri Rahmi’nin zihnine yerleşen çakıl taşları oluverirdi. “Yer yer çok diri renklerle donanmış, kimisi serin, kimisi ılık, kimisi ayağı kavuracak kadar kızgın çakıl taşları. Yalnız Büyükada’nın en tenha kıyılarında rastlanan dört beş metre denizin dibinde göz kamaştıran kocaman çakıl taşları.” Öyle hafiflerdi ki, evine bir martının kanadında dönerdi.

Nihayet sordu. Şimdi neyimsin? Onca insan arasında dost arayan gözünüm. Birazcık ta insanları sevebilmek arzusu ile çıktığın sokağın çıkmazıyım. Azıcık hüznün, az sonra da her şeyi hiç yaşamamış gibi gülecek yüzün.

“Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak ta, bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”

Esas şimdi sor neyin olduğumu. Ben senin kendine verip de tutamadığın sözüm. Adalara, denizlere savurduğun harflerinim. Bazen yosun kokulu bir sokaktan, bazen balıkçı kahvelerinden, yaşanandan, yaşanamayandan, balıkçı ağından, oltanın ucundan... çekip çıkardığın harfler. Hayata kattığın kelimeler, cümleler. Bitti mi? Bitmedi. Peki şimdi neyimsin? Kaleminde, ardından geleceklere bıraktığın sihirli son damlayım. Tükenmeyecek son damla.

Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Kök Gövde Kol ve Bacaklar / Murat Çetli

Kök Gövde Kol ve Bacaklar / Murat Çetli

20-05-2024 - ÖYKÜ

Bir Adaya Yerleşmek  /  Muhammet Ali Öztürk

Bir Adaya Yerleşmek / Muhammet Ali Öztürk

18-05-2024 - ÖYKÜ