HERGELE
E…’yi ilk defa bir batakhanede görmüştüm. Otururken ayaklarının dibinden hiç ayırmadığı çantasıyla sonradan nerede görsem tanıdım. Rezil bir halde olan batakhanede yine rezalet insanlar ekşi ekşi kokan çuha kaplı masalarda otururdu. Ortalık sigara dumanından geçilmiyordu. Ben de işsiz güçsüz dolaşıp duran insanların nereye gittiğini merakla takip ettiğim için her seferinde kendimi bunun gibi küf kokan mekanlarda buluyordum. İlgimi çeken bazılarıyla konuşuyordum, bazen bir sigara bazen bir bira ısmarlıyordum onlara, kimi zaman da eğer istediğim hikayeleri duyabilirsem üç beş kuruş sıkıştırıveriyordum ceplerine.
E… tam anlamıyla korkunç biriydi. Diğerleri gibi o da çoğu zaman banklarda ve muhtelif umumi alanlarda sabahlıyordu. Ağzından birkaç cümle duymak için beni epey söğüşlemişti. Paranın ardı kesilince devamı gelsin diye neler yaptığını bana şöyle anlatmaya başlamıştı;
- Çingeneyim. Anam orospunun biriydi, sürekli para konuşurdu. Babamı da kısa süreliğine gördüm, o da işe yaramaz bir hırsızdı. Belki 4- 5 defa cezaevine gittiğimizi hatırlıyorum anamla.
Bu girizgahtan sonra insanın nasıl doğduğu ve ilk senelerini nasıl geçirdiği üzerine uzun uzun düşünmüştüm. Sonunda doğumdan ergenliğe kadar geçirilen sürenin hayatımızın geri kalanının nasıl şekilleneceği konusunda çok kuvvetli bir etken olduğuna karar verdim.
Birgün ayyaşların, özellikle evsizlerin vakit geçirdiği parklardan birinde dolaşırken E… ‘yi elinde şarap şişesi bir ağaç altında pineklerken buldum. Başta beni tanımamazlığa verdi. Sonra gidip en ucuzundan bir şişe şarap ve fıstık aldım, zira bunlar pahalı şarapları içemezlerdi. O zaman gözündeki ahbaplığın nasıl canlandığı gördüm. Önüne bir paket cigara fırlattım. Yakından yüzüne bakınca ak sakallarının arasına kızıl kızıl kan topaklandığını ve bu kanın tıpkı kabuk bağlayan bir yarada olduğu gibi kupkuru kesildiğini gördüm. Daha da dikkatli baktığımda eli yüzü yer yer morarmıştı. Anlaşılan adamakıllı dayak yemişti. Bu serseriler için böylesi şeyler çok yabancı sayılmazdı.
Ne olduğunu sordum, başta anlatmak istememişti, sonra anlatmaya başladı;
- Belki gece olmuştu, tam bilemiyorum ama akşamı kesin geçmişti. Ben de şu karşıki bankta oturuyordum. Sonra birkaç sıra öteme bir kadın oturdu. Telefonda biriyle haldır haldır tartışıyordu. Neyse, konuşması bitince usul usul gidip saati sordum. Sonra anlarsın ya işte, biraz erkekliğim kabardı. Kadın da bağırmaya başladı. Koştu gitti. Daha bir dakika olmadan polis miydi, bekçi miydi 3- 4 kişi geldi. Şerefsizler biri ölse bu kadar hızlı gelmez başka zaman. Sonra beni evire çevire dövdüler.
Bu kısa açıklamayı yaparken benim aldığım şişeden büyük büyük yudumlar alıyordu. Önünde duran fıstık poşetinden avuçladığı fıstıkları sapsarı, küflü dişleri arasında yarım yamalak öğüttükten sonra yutuyordu. Aslında anlattıkları doğru mu, yanlış mı emin olamıyordum. Benden sağladığı ufacık faydalardan daha fazla yararlanmak için yalan söylüyor olabilirdi. Yalan söylemek için bir nedene ihtiyacı yoktu aynı şekilde söylememek için de.
Benim için E… ’ ye yardım etmek gibi bir amaç yoktu. Hatta fazlasıyla tiksiniyordum ondan ve diğerlerinden. Ancak tanımlamakta güçlük çektiğim bir duygu vardı hala. Ne de olsa bir şey araştırıyordum. Bir insanın ne kadar aşağılık olabileceğini. Aşağılık insanları kitaplardan okumuştum, çokça filmde seyretmiştim. Kendi gözlerimle aşağılık bir insan görmek istiyordum. Bu aşağılıklığın nereye varabileceğine tanık olmak istiyordum. Bulabildiğim düşkünlerin hepsinden çeşitli anekdotlar almıştım. Hepsi basit pisliklerdi. Aradığım leş çukurunu bir türlü bulamıyordum.
Sonradan benim aradığım tipte insanların böylesi parklarda, batakhanelerde olmadığını anladım. Benim aradığım insan müsveddeleri pahalı barlarda, ünlü tavernalarda para eziyorlardı. Onlara ulaşmak, onlarla konuşmak bu sefil yaratıklara ulaşmak kadar kolay da değildi. Eline bir sigara parası sıkıştırdığım serseriler mutlaka bir şeyler anlatıyordu. Kendisinin olmasa da bir başka düşkünün başından geçmiş bir hikaye vardı. Hiçbir şey bulamazsa bir yalan türküsü tutturuyordu. Eğer yalan çok bariz değilse ben de yutuyordum. Ama büyük madrabazlar benim göremeyeceğim deliklerde cirit atıyorlardı. Bu yüzden insanın ne kadar dibe batabileceğini sığ bir pencereden görebiliyordum.
E… ‘ yi bir daha göremedim. Belki ölmüştür, hayli yaşlı görünüyordu. Belki de hapsi boylamıştır kim bilir. Oturduğu yerleri dolaştığımda, çoktan başka bir düşkün tarafından kabınsanmış olduğunu gördüm. O da tıpkı E… gibi yüzüne bakılası olmayan nursuz biriydi. Tıpkı onun gibi uzanıyor, onun gibi şarap içiyordu. Kaderleri benzer olan bu insanların davranışları da zamanla benzerlik gösteriyordu muhtemelen.