GÜLÜN GÜZEL SÖZE DEĞİL SUYA İHTİYACI VAR
Riyakârlığın hakim olduğu bu çağda, riyakârlığın seline kapılan karakteristik yapıların en büyük kriteri, temel prensibi beğenilme ve takdir edilme arzusudur. Bu arzunun gerçekleşmesi için her türlü yola başvurmaktan geri durmayacağı kanıtlanmıştır.
İnsani bütün hassasiyetlerin hunharca çiğnendiği, yok sayıldığı, görmezden gelindiği bu handikap içinde insan büyük bir yok oluşa kendini sürüklemekten geri durmuyor.
Var olabilmek, sesini duyurabilmek, gündemde görkemlice kalabilmek için kendi hassasiyetlerini yok sayacak kadar ileri gidebiliyor...
Erdemin, dürüstlüğün, niteliğin, içtenliğin; hikayelere, öykülere, şiirlere, yazılara mahkum edildiği bu çağda samimiyetten söz etmek zemheri kışta gül yetiştirmeye benzer...
Söylem ve eylem arasında büyük anlaşılmazlıklar, çatışmalar, derin uçurumlar meydana geliyorken nobran kişilikler hayat buluyor...
Davranışlara uğramayan, hale etki etmeyen söylemler ne yazık ki en güzel kelimelerle dile getirilebiliyor. Bu durum; susuzluktan boynu bükülmüş, yaprakları solmuş bir güle "Sen harika bir gülsün, muhteşem bir kokun var." demeye benzer. Oysa gülün güzel sözlere değil, suya ihtiyacı vardır.
Söylemler, icraata dönüşmediği müddetçe nitelikli halden, varoluştan söz etmek hayal ötesi bir şey olsa gerek...
Nitelikli bir varoluşun gerçekleşebilmesi için bilginin bilince, bilincin eylemde söz sahibi olması gerekir.
Aksi durum ağız yorgunluğundan, insanın kendini çiğnemesinden başka bir şey değildir.
Editör: Betül Eren