BİR KİTAP: AZAP TOPRAKLARI / EMİNE IŞINSU
“Bana bütün insanların dertlerini özüm yüreğimde duymayı öğreten canım anneme…” diye başlar roman.
Yazar, romanın giriş bölümünü şöyle ifade eder:
“Bu, Batı Trakya’da yaşayan ve her dakika kan kusan insanların hikâyesidir. O insanlar yerle gök arasında yalnızdır, kaderlerini yaşarlar.”
“Batı Trakya Türkleri üzerinde zaman zaman teröre dönüşen Yunan baskısı… Roman 1969’da yazılmıştır; ama onların hayatlarını ve siyasî atmosferi ne geçen yıllar ne de Avrupa Birliği değiştirebilmiştir. Anlatan da anlatılan da o azap toprakları üzerinde yaşayan insanlardır.”
Yazar, olayı yaşayan kişilerden Mehmet’in kendisine ulaştığını ve “Bu hikâyeyi üç gün üç gece dinledim.” diyerek onların acılarına kulak verir adeta “Tanrı cümlesinin yardımcısı olsun.” diyerek…
Bu romanda köy halkının acının ortasında kalışı, evlerinin, ocaklarının yakılması, düşmanlar tarafından türlü türlü işkencelere uğramaları ve halkın acıyla dolu gözyaşları anlatılır.
Romanı okurken acı, hüzün ve gözyaşı ilmek ilmek işliyor insana. Mücadele etmenin zor koşullardan geçtiği aşikar. Bu topraklar,her insanın sancısını hissettiriyordu romanda. Azap ruh ve bedeni sarmıştı.
Okurken bir hüzün kapladı içimi.
Bu yürek burkucu romanı okumanızı tavsiye ederim.
“Ana ağlayıp durdu, baba Kur’an-ı Kerim okudu. Nefise Teyze, kızın yanık vücudunu yelpazeledi.” (s.24)
“Muhsine dikleniverdi, “Biz satmayız arsamızı.” dedi. (s.26)
“Akıncılar büyüyorlar bir ak fırtına gibi; ata binen, süngü kullanan yerli yiğitler katılıyor aralarına; büyüyorlar.” (s.38)
“Az mı anlattı Kaptan; kadınları, çoluk çocuğu camilere doldurup da gaz döküp yaktıklarını. Kaptan’ın amcasının çenesine gem vurup dört ayak üstünde gezdirmişler. Belini vura vura kırıp sürüklemişler.” (s.44)
“Türklerin kafaları geç kızar, ama iyi kızar.”
(s.47)
“Şu yaşa geldim, neler gördüm geçirdim; kızgın yumurta koydular koltuklarımın altına, bizimkini gözümün önünde süngülediler. Evlerimizi bastılar kaç kez, yine de bir gün gideyim demedim.” (s.54)
“Bekir köye vardığı zaman, sağda solda dumanlar tütüyordu daha. Eciş bücüş evler, tarih öncesi canavarları gibi, yangının ardından kavrulmuş kalmış, ağır ağır soluyorlardı. Eşyalar, kilimler, yataklar, tel dolapları, sahanlar, tencereler karmakarışık, karlı toprağa saçılmış, sahipsiz gibiydiler. Boynu bükük çocuklar vardı aralarında… Beşikler… Korkudan ağlamayı unutmuş bebekler!”
(s.61)
“Köy tedirgin olduğundan zahir, yangın başladığı saatte uyuyan yoktu. Bu yüzden ölen olmamıştı. Ama Kâmil’in , Mahmut Ağa’nın evleri tümünden yanıp kül olmuştu. Öbürleri, ziyanlarını tamir etmeye çalışıyordu.” (s.61)
“Ananın gözyaşları diner mi! Ağlayacağı çok. Muhsine’si var, Hüseyin’i var, Mahmut’u var,tüm köyü var; ananın gözyaşı dinmez !” (s.62)
“Bazen okumuşluk silâhtan daha iyi vurur Selim, neden dersen okumuşluk gözünü açar insanın, bu içinde yaşadığın hayatı anlamasına yardım eder. Hayatı anlamazsan tutsak olduğunu bile bilemezsin, sana ne verirlerse kabul edersin,hakkını arayamazsın.” (s.65)
“İnsan varsa bir yerde ümit de vardır.” (s.74)
“Yaşayıp durduğuna kızıyor ana bir tek; ölen parçalanan duygularının içinde dayanan, bir öfke kaldı.” (s.98)
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz