BEZ BEBEK
Başını dizlerinin arasına sıkıştırıp gözyaşlarını kendinden saklamak istiyordu. Odanın kendine has karanlığı mı yoksa babasına verdiği sözün kararlılığı mı daha ağır basıyordu anlamak istemiyordu. Bilinmez denizin söz dinlemez dalgası gibi vuruyordu hoyrat kayalara.
Minik bir kızın yüreğini sarmalayan gökkuşağından tüm renkler kopartılıp atılmıştı sanki.
Beklemek… hiç gelmeyeceğini bile bile kendince büyümek, büyürken de içinde küllenmeyen ana hasretiyle kerelerce düğümlenmek…
Amansız hastalık, zamansız çalmıştı kapılarını. Bir süre oyuna bürünmüştü annesi. Her geçen gün yüzünün rengi daha fazla solarken, onun hissetmemesi için birlikte makyaj bile yapmaya başlamışlardı. Çok küçük olmasına rağmen bir şeyler hissediyor ancak annesinin sesindeki neşeli melodiyi duydukça gereksiz hayıflandığına inandırmıştı kendini. Yaz, sonbahara evrilirken; günler kısalmaya, evdeki oyun arası molalar ise uzamaya başlamıştı.
Bir sabah teyzesi gelmişti ziyaretlerine. Oyun araları iyice seyrekleşmiş, teyzesiyle annesinin sessiz kelimelerle konuşma süreleri iyice artmıştı.
Sonra yine bir sabah annesi ona teyzesiyle beraber bir süreliğine seyehate çıkacağını söylemişti. Önce çok şaşırmıştı. Çünkü annesi onu almadan hiçbir yere gitmemişti. Kendisi de gitmeyi çok istiyordu. Babası onu kucağına alıp tüm içtenliğiyle ona bunun şimdilik olanaksız olduğunu anlatmaya çalışmıştı.
Ve o ilk kez o gün babasını duygusuz olmakla suçlamıştı.
Annesiyle kapıda vedalaşırken onun gözlerindeki karanlık hüzünü farketmişti, sormak istemişti. Annesi parmağını onun dudakları üzerine koyarken;
"Merak etme canım seni hergün arayacağım.Hem çok uzun sürmeyecek. Yine eskisi gibi olacak." demişti.
Annesinin gözpınarlarındaki damlalar sonbaharın erken yağmurlarına benziyordu sanki. Arkalarından el sallarken o da kendi gözyaşlarına engel olamamıştı.
Aradan geçen zamanda anne boşluğunu dolduracak hiçbir şey bulamamıştı. Babası ise artık anne görevlerini üstlenmiş, onun eksikliğini hissettirmemek için ciddi uğraş veriyordu.
Yine de anne tadı hep eksikti.
O gün camdan, savrulan rüzgâr dallarını izlerken sarı renkli taksi durdu kapının önünde. Sonra kapı önünde bekleyen babasını farketti. İçi aydınlandı birden, el çırpmaya başladı. Annesi gelmişti. Babasının ve teyzesinin kollarından destek alarak yürümeye çalışan annesinin bitkinliğini bile farketmemişti. Sevinç dağlarca, kavuşmak ise müjdeydi. Kapıda karşıladı annesini. Ona sarılmak için hamle yaptığında, babası kucağına alıp annesinin kollarına ulaştırdı onu. O zaman annesinin eğilemeyecek kadar yorgun olduğunu anladı.
Zor günlerdi. Evin içindeki kasvet ağırlığını artırdıkça annesiniyle geçirdiği süreler kısaldı. Ve gecenin bir vaktinde bütün zaman sonsuza kadar durmuştu…
Babası dili döndüğünce anlatmaya çalıştı.
O, anlamak istemiyordu. O, sadece annesini istiyordu.
Şimdi o minicik bedeniyle karanlık odanın bir kenarında kendisiyle başbaşaydı. Tüm hıncını elindeki bez bebekten almak istercesine fırlattı attı.
Büyümek istemiyordu. O sadece annesinin sihirli dokunuşlarını istiyordu.
Gözlerinde olgunlaşmaya başlayan damlaları silmek için başını kaldırdığında bir ürperme geldi tenine. Sanki birisi ondan önce davranmış gözyaşlarını okşuyordu. Yanında belirginleşmeye başlayan ışık kümesi hiç unutmadığı anne tadında kucak açmıştı. Sonra dışardaki rüzgar sesine inat, annesinin sıcak sesi çınladı kulaklarında.
"Seni hiç bırakmadım. Bırakmayacağım da. Ben hep senin yanında olacağım. Yavaşça büyüyeceksin… Bense seninle yeniden büyüyüp, yeniden öğreneceğim…”
İçindeki tüm kuşkular, acabalar yerini umuda, sevgiye bırakmıştı. Kalkıp yerdeki bez bebeği alıp kucağına yerleştirdi. Kapıyı aralayıp babasına seslendi.
"Baba bana masal anlatsana!..”