AKŞAM YEMEĞİ
Akşam yemeği için sabırsızlanan Aylin, masayı kuran annesine baktı. Kadın telaşla tabakları, kaşıkları yerleştiriyordu. Bir yandan da tenceredeki yemek yanmasın diye koşturuyordu.
Kızının baktığını fark eden annesi: “Ne duruyorsun? Gel yardım et, yemeği karıştır da dibi tutmasın.” diye sitem etti.
“Gelemem, tuvalete gitmem gerek.”
“Aylin’den iş iste hemen tuvalete kaçsın ağabeyine söyle ekmek almaya gitsin.” diye seslendi arkasından.
Birden başı döndü, gözleri karardı. Derin bir nefes alıp kendine geldi. İçinde bir huzursuzluk vardı.
“Hasan bir an önce gelse…” diye iç geçirdi.
“Kaç ekmek alınacak? Aylin niye gitmiyor?” diyen oğlunun sesiyle irkildi, para verip fırına gönderdi. Aylin sinirle içeri daldı, raftan bardakları alıp masaya koyarken neredeyse kıracaktı. Necla son zamanlarda onda bir gariplik seziyor ama nedenini anlayamıyordu. Birkaç defa ağzını arasa da laf alamamıştı. Nedense annesine karşı bir kızgınlık vardı bu kızda.
“Babam kaçta gelecekmiş?”
“Yoldan aramıştı, yakındır gelmesi.”
Aylin omuz silkti. Son çatalı da koyduktan sonra annesine tek laf etmeden mutfaktan çıktı.
Necla; “Var bir derdi ama yakında anlarız.” diye söylendi. Saatine baktı, neredeyse ilacını içmeyi unutuyordu. Çorbanın altını kapattı, yemekleri kontrol etti, ilacını içti. İçeri geçiyordu ki, kapı çaldı. Aylin koşarken az daha onu düşürecekti. Necla zil sesini duyunca bir rahatlama hissetti; “Sonunda geldi.” dedi içinden. Ne yazık ki gelen kocası değildi, komşunun oğlu yoğurt istiyordu. Aylin kâseyi annesinin eline tutuşturup salona geçti.
Zaman bir türlü geçmiyordu. Necla, pencerenin kenarına kafasını dayamış bomboş sokaklara ve diğer evlere bakıyordu. Bazılarının perdeleri açıktı; sohbet ederek yemek yiyen aileler, yalnız başına televizyon izleyenler, odalarda koşturan çocuklar…
“Babam telefonunu açmıyor. Neden gelmedi hala?” dedi Aylin.
Sokağın köşesini dönen arabanın ışıklarını görünce ikisi de heyecanlandı.
Aylin pencereden uzandı; “Babam değil.” dedi omuzları düşerken. Necla da paniklemeye başlamıştı, aradı, çalıyordu ama açan yoktu. Tam kapattığı sırada gelen ambulans sesini duyunca elinden telefonu düşürdü.
Can ne oldu der gibi baktı. Annesi kendini koltuğa bırakmıştı. Can telefonu alıp tekrar babasını aradı.
“Geliyorum, yolda büyük bir kaza olmuş o yüzden geciktim. 15 dakikaya evdeyim.”
Necla gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Nasıl korkmuştu ambulans kocası için geldi diye. Şimdiyse mutluluktan ağlıyordu.
Bir zaman sonra; “Utan kendinden, kocan için seviniyorsun ama ya kaza yapanlar? Kim bilir aileleri ne alemde?”
Yine de insan önce kendini düşünür ya, sevinmişti kocasına bir şey olmadığı için. Olmamalıydı, bu ailenin, çocukların ona ihtiyacı vardı ve daha çok olacaktı. O yaşamalıydı.
Hasan geldiğinde kötü görünüyordu. Elini yüzünü yıkayıp mutfağa geçti.
Necla çorbaları koyarken; “Sana bir şey oldu diye çok korktum.” dedi.
“İyiyim, yorgunum sadece, kaza feciydi. Bir de başım iki gündür çok ağrıyor. Siz ne yaptınız? İlaçlarını içiyorsun değil mi?”
Sevgiyle baktı kocasına; “Seni hak edecek ne yaptım acaba? İçtim merak etme.” diye sarıldı.
Aylin mutfağa girdiğinde, anne babasını sarılmış görünce sinirle masadan tabağını aldı, çorba koydu.
Hasan; “Hayırdır kızım iyi misin? Bu ne sinir, insan bir hoş geldin der.” diye sitem etti.
Aylin gidip babasına sıkı sıkı sarıldı. Annesine bakışlarıysa korkutucuydu. Necla kızının neden kendine kızmış olduğunu bir türlü anlayamıyordu ama bunu konuşmanın ne yeriydi, ne de zamanı. Herkes sofraya oturdu, kimseden ses çıkmadı. Can ve Aylin telefonda biriyle yazışıyor, Hasan da ensesini ovuyordu. Necla bu hoşnutsuz durumdan sıkılınca konu açmak için komşulardan bahsetmeye başladı. Detay vermeden dedikoduları anlatıyordu. Kimse onu dinlemiyordu, o da sustu ve yemeğe devam etti. Hasan’a göz ucuylabaktı, adam bir garipti, sürekli boynunu ovuyordu, yüzü kararmış gibi duruyordu.
“İlaç içtin mi?”
“İçtim ama pek işe yaramadı, bir tane daha versene.”
Necla ilaç ve su getirdiğinde Hasan’ın bir noktaya gözlerini sabitlemiş hareketsizce durması garip geldi. Seslense de cevap alamadı. Kafasını telefondan kaldıran Can, babasının omzuna dokununca adam Aylin’in üstüne doğru devrildi. Herkes donup kalmıştı, kimse ne hareket edebiliyor ne de konuşabiliyordu. Öyle ne kadar geçti bilinmez sonunda Necla kocasını kızının üstünden çekmek için atıldı. “Koş yardım iste!” diye bağırdı.
Aylin kaskatı kesilmişti. Ne oldu şimdi? Babası neden hareket etmiyordu? Can komşuları çağırınca iki adam Hasan’ı kollarından tutup koltuğa yatırdılar. Hasan’ın boşluğa bakan gözleri, hareketsiz bedeni, ağzını oynatması ama sadece anlamsız sesler çıkarması aile için dehşet vericiydi.
İlk şok geçince gelen ambulansla hastaneye gittiler. Acilin kapısında bekleyiş bir yıl kadar uzundu. Aylin koridorda ileri geri yürüyor, “Neden hala çıkmadılar?” diye bağırıyordu.
Annesi onu sakinleştirmek için sarılmaya çalıştı. “Bırak beni! Bunların hepsi senin yüzünden, mutlu musun şimdi?” diye ittirdi kadını.
Necla, kızının neden onu suçladığını anlamamıştı. Kız acilden hızla dışarı çıkarken arkasından seslendi ama yetişemedi. Can da ne olduğunu anlamamıştı. Kardeşinin peşinden gitti. Necla kendini sandalyenin üstüne bıraktı: “Allah’ım ne olur, ona bir şey olmasın, yalvarırım sana. O da giderse bu çocuklara kim bakar? Ne olur bizi onun yokluğuyla sınama, ben razıyım ama onu alma.” diye sürekli dua ediyordu.
Akrabalar birer ikişer koridorda belirince görevliler onları dışarı çıkardı. Bir tek Necla ve Hasan’ın ağabeyi kapıda bekliyordu. Doktor içeriden çıktığında Necla iyi haber olmadığını anladı.
“Eşiniz beyin kanaması geçirmiş. Cerrahımız hastanede olmadığından eşinizi müşahede altında tutacağız. Yoğun bakımda ne yazık ki yer yok, onu odaya alıyoruz, hemşiremiz her an onunla ilgilenecek. Bir kişi yanında kalabilir. Doktorumuz birkaç saate burada olacak, geldiğinde tekrar bilgilendirileceksiniz.”
“Nasıl yani koca hastanede başka doktor yok mu?”
“Beyefendi akşam saatlerinde büyük bir kaza yaşandı ve tüm doktorlarımız şuan onlara müdahale ediyorlar. Hasan Bey’i kontrol altında tutacağız, elimizden gelen bu.” dedi ve çekti gitti.
Ağabeyi hemen telefonuna sarıldı, kardeşini başka hastaneye aktarmak için birkaç yeri aradı.
Necla bayılmamak için duvara dayanmıştı, yengesi bir bardak su verdi; “Böyle olmamalıydı yenge, bu hiç adil değil, hiç adil değil… Böyle olmamalıydı…”
Hasan odaya alınmıştı. Necla beyaz çarşaflarla örtülmüş, her yerinden kablolar sarkan adama baktı; “Neden?” dedi sadece.
Yanağını öptü, kollarını okşadı. “Anlaşmamız böyle değildi. Kalk, hadi toparla kendini.”
Kapı sessizce açıldı, çocuklar içeri girdi. Necla elinin tersiyle gözyaşlarını sildi, hafifçe gülümsedi. Aylin ise hâlâ annesine ters ters bakıyordu; “Neden ağlıyorsun?” dedi sonra.
Necla ne demek istediğini anlamadı, soran gözlerle baktı.
“Bunu dilemedin mi? Ölse de kurtulsam, demedin mi? Ölüyor işte bak, mutlu değil misin?”
Necla kalbinden vurulmuştu, kızı neden bahsediyordu böyle?
Can araya girdi; “Saçma saçma konuşma, neden annem babamın ölmesini istesin?”
“İstiyor! Duydum. Geçen gün telefonda söyledi, ölse de kurtulsam dedi. Kulaklarımla duydum.” diye haykırdı kız.
O an Necla onun neden bahsettiğini anlamıştı. Dudakları titredi; “Yanlış duymuşsun.” diye fısıldadı.
“Yanlış falan duymadım! Ne istedin babamdan, oysa o seni deli gibi seviyor. Başka biri mi var hayatında?”
“Kapa çeneni! Doğru konuş annemle.” diye araya girdi Can.
Necla ne diyeceğini bilemiyordu, nasıl anlatacaktı gerçekleri böyle bir ortamda. Aylin’in nefret dolu bakışları altında ezilirken Necla’nın kız kardeşi içeri girdi.
“Annen, babandan bahsetmiyordu Aylin. Benimle konuşuyordu o gün.”
“Dur Nalan.” diye araya girdi Necla.
“Artık gerçekleri bilmeleri gerek abla, çocuk değiller.” dedikten sonra yatakta sessizce yatan adama baktı. Sonra çocuklara döndü; “Ölmesini dilediği kişi kendisiydi. Ölsem de kurtulsam diyordu.” dediğinde iki çocuk hayretle annesine döndü.
Necla yüzü yere dönük ağlıyor, onlara bakamıyordu.
“Anneniz 2. seviye kanser hastası. Bir süredir sizden gizli tedavi oluyordu. İlaç aldığı günlerde ben de kalıyordu. Bazen acılar öyle dayanılmaz oluyordu ki ölmeyi diliyordu.”
Aylin inanamayan gözlerle annesine baktı. Gerçek miydi bu? Aynı anda hem annesinin hem de babasının kötü haberi gelmiş olamazdı. Mümkün değildi böyle bir şey. Rüyaydı bu, kesin kötü bir kabus olmalıydı. Ama annesi karşısında hüngür hüngür ağlıyor, babası da sessizce yatıyordu.
Can daha hızlı kendine gelmişti, koştu annesine sarıldı.
“Böyle öğrenmemeniz gerekiyordu.” derken Necla hıçkırıklarına hâkim olamadı.
Aylin ürkek adımlarla yanlarına geldi. “Özür dile…” sarıldı annesi ve ağabeyine.
Ne derse desin yaptığının bir affı olabilir miydi sarılmaktan başka?
Anne her zaman affedici değil miydi zaten?
Uzun zaman ağladılar…
Gerçekler bir anda yüzlerine vurunca şokun etkisiyle ağlamaktan başka ne yapılabilirdi ki?
İçeri giren hemşire de karışmadı onlara, sessizce işlemini halledip aileyi baş başa bıraktı.
Can kendini biraz toparlayınca; “Merak etme anne, babam da, sen de iyi olacaksınız.” dedi.
Güçlü durmaya çalışan bir erkekti o artık, yaşı ne kadar küçük olsa da, yaşanılanlar onu bir anda büyütmüştü.
“Olacak oğlum, ikimiz de iyi olacağız ama her ne olursa olsun siz birbirinizi hiç bırakmayın. Kardeş olduğunuzu unutmayın.” diye sarıldı tekrar evlatlarına.
Uzun süre hastalıktan, tedavilerden söz ettiler. Aylin hemen telefonuna baktı, en iyi tedavilerin nerede olduğunu, uzman doktorların kimler olduğunu araştırdı. Bu süre zarfında Hasan sessizce yatıyordu. Bağlı olduğu makineden gelen bip seslerinden başka ses gelmiyordu ondan.
Gecenin ilerleyen saatlerinde yorgunluktan bitap düştüler. Çocuklar koltuğun bir kenarında sızdılar. Necla kocasının yanından ayrılmıyor, elini bırakmıyordu. Hemşire hızla odaya girdiğinde hepsi yerinden fırladı.
“Doktor geldi, birazdan ameliyata alınacak.”
Çocuklar annesinin yanına koştu. Necla kocasının kulağına; “Güçlü ol ve bize geri dön. Bu kadar çabuk gidemezsin.” dedi. Kızı ve oğlu öptüler babalarını.
Hasan gözlerini açtı, “Baba!” diye çığlık attı Aylin. Ona, karısına, oğluna baktı tek tek, sonra gülümsedi.
Can; “hemşire” diye bağırdı, Hasan kolunu havaya uzattı, oğlunun elini tutmak ister gibiydi ama daha çok görünmeyen bir şeyi almaya çalışıyordu. Boşluğa bakıp gülüyor, elleriyle bir şeyler topluyordu.
Hemşire ve doktor aynı anda girdi odaya. Çocuklar çekildiler, doktor gözlerine muayene ederken Hasan karısına baktı. Necla sevinçten yerinde duramıyordu; “Bizi bırakmayacağını biliyordum.” diyordu sürekli.
“İyileşeceksin!”
Doktor ani ve sert bir sesle; “Ameliyathane hazır mı? Derhal götürmeliyiz!” diye bağırdı.
Necla ve çocuklar anlamamıştı, gözlerini açmış tepki veriyordu, neden ameliyat olması gerekirdi? Hem de derhal.
Yatağa bağlı aletler sökülmeye başladığında Hasan tüm ailesine gülümsedi. Elini havaya kaldırdı ve düştü.
Odanın içinde yankılanan “bipppp” sesiyle dünya durmuştu.