İlk Akşam Yemeği / Necati Küçük

Yazan: Necati Küçük -İLK AKŞAM YEMEĞİ
Advert

ANI - 14-05-2024 14:29

İLK AKŞAM YEMEĞİ

Demirci Öğretmen Okulundaki ilk öğünüm bir akşam yemeğiydi. Öğrenci işleri bürosunda okula kayıdım yapıldıktan sonra o günkü okul başkanı ağabey beni erkekler yatakhanesinin güney cephesindeki en son koğuşa götürmüş ve uyuyacağım yatağı göstermişti. Yatağımı düzeltirken, birbirleriyle tanışıp kaynaşmaya hazır, benden bir veya iki gün önce gelen diğer birinci sınıf öğrencileriyle tanışmıştık. Her birisi çarşafın battaniyenin bir ucundan tutmuş benim yatağımı düzeltmeme yardım ediyorlar, bir yandan da neredeyse nefes almadan bu iki günlük tecrübelerini bana aktarıyorlardı.

Onların tanışmaya, kaynaşmaya, arkadaş olmaya, her konuda yardım etmeye can atan bu tavırları beni rahatlatmış, yabancılığımı unutturmuştu. Daha sonra bir zil çalmış, deneyimli arkadaşlar hemen “Yemek zili çaldı!” diye bağırarak beni de alıp koşar adım bulunduğumuz binanın bodrum katındaki yemekhaneye götürmüşlerdi. Bütün bu anılarımı; “İntihar Eden Öğretmen Okulu” adlı kitabımda etraflıca  anlatmıştım. O benim, Demirci Öğretmen Okulu’ndaki ilk akşam yemeğimdi.

Birkaç gün sonra yedek listelerden çağırılan öğrencilerin kayıtlarının da tamamlanmasıyla sınıf mevcutları kesinleşmiş ve sınıflarda oturacağımız sıralar, yemekhanede yemek yiyeceğimiz masalar ve yatakhanelerde uyuyacağımız yataklar birer liste halinde sabitlenmişti. Demirci Öğretmen Okulu denen minik evrende işgal edeceğimiz bize özel alanlar tek tek belirlenmişti. Yemekhanenin kapısından içeri girdiğimizde artık hangi masaya doğru ilerleyeceğimiz, hatta masanın altındaki hangi tabureyi çekip oturacağımız belliydi.

İşte o günlerde, bir akşam yemeğinin sonlarına doğru elinde fotoğraf makinası olan bir ağabey “Siz yemeğinize devam ediyormuş gibi yapın!” diyerek fotoğrafımızı çekmeye hazırlanmıştı.  Belli ki doğal bir akşam yemeği pozu olsun istiyordu. Deklanşör denen düğmeye bastığı anda, Kulalı Halil boş çatalı ağzına götürür gibi yapmış, Banazlı Ramazan Zeki tabağında kalan son parça pilava kaşığını daldırmış, Ayvacıklı Ahmet ise kaşığı elinde sanki bir şey söyleyecekmiş gibi hazırlanmıştı. En solda oturan bendeniz ise ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette masadaki boş bir sürahiyi kapmıştım.

Çoğunluğu boşalmış melamin yemek tabaklarının, melamin su bardaklarının, yine melamin kayık ekmek tabağının ve bir sürü kirli çatal kaşığın arasında belki de fotoğrafı çekilebilecek en güzel şeyin desenli cam bir sürahi olduğunu düşünmüş olmalıydım. Arka masadan sınıf arkadaşımız Safiye ve Gördesli Ayşe de istemsizce de olsa fotoğraf karemize girmişlerdi.

Bu günlerde neredeyse her biri birer “Büyükbaba” olan, geleceklerinden umutlu bu pırıl pırıl gençler, fotoğrafçılık kolu başkanı olan üst sınıflardan bir ağabeylerinin objektifine gülümserken elli yıl sonrasına gülümsediklerini elbette bilmiyorlardı. Hayat, yaşamaya devam edenler için bile çok kısaydı. Hayat denen bu kısacık zaman aralığında iyi şeyler yapmak, iyi izler bırakmak ve giderken geriye gülümseyerek bakabilmek önemliydi.

Günün Diğer Haberleri